Lazer Epilasyon Sonrası Yanıklar ve Tüketici Hakları: Tazminat Davaları
Günümüzde lazer epilasyon, istenmeyen tüylerden kurtulmanın etkili ve popüler bir yolu olarak tercih edilmektedir. Ancak bu işlemler sırasında bazı kişilerde yanıklar, kalıcı izler ve ciddi cilt hasarları meydana gelebilmektedir. Bu durum, hem maddi hem de manevi kayıplara yol açabileceği için tüketiciler açısından hukuki yollara başvurmayı gerektirebilir.
LAZER EPİLASYON HAKKINDA BiLGİ: Ülkemizde, estetik amaçlı lazer cihazı kullanımı epilasyon, vücut şekillendirme, deri lezyonlarının çıkarılması, derinin yenilenmesi ve gençleştirilmesi, damarsal lezyonların tedavisi, dövme silme gibi amaçlarla yaygın olarak yapılmaktadır. Sağlık alanında kullanılan lazer sistemleri uyarılmış radyasyonun yoğunlaşmasıyla güçlendirilmiş ışık demetinin belli bir noktaya yönlendirilmesi esasına dayanmaktadır. Lazer cihazları ile tedavinin temelinde, doğru doz, doğru süre ve doğru sıklıkla tedavi prensipleri yatmaktadır. Ancak, tüm parametreler doğru gerçekIeştirilse dahi, komplikasyon ihtimali bulunmaktadır.
Lazer Epilasyon Sonrası Yanıklar ve Hukuki Sorumluluk Lazer epilasyon işlemleri genellikle güzellik merkezlerinde ya da tıbbi hizmet sunan kuruluşlarda gerçekleştirilmektedir. Bu hizmetlerin sunumunda meydana gelen olumsuzluklar, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Hizmet Ayıbı: Lazer epilasyon sırasında kullanılan cihazın bozuk olması, işlemin hatalı uygulanması ya da cilt tipine uygun olmayan bir yöntem tercih edilmesi, hizmette ayıp olarak kabul edilmektedir. Hizmet Sunucusunun Sorumluluğu: Hizmet sağlayıcı, lazer epilasyonun doğru ve güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamakla yükümlüdür. Aksi halde, meydana gelen zararlardan hukuken sorumludur. Tazminat Talep Edebilir Misiniz? Lazer epilasyon nedeniyle yanık gibi fiziksel zararlar yaşadıysanız, tazminat davası açma hakkınız bulunmaktadır. Bu süreçte:
Maddi Tazminat: Tedavi masrafları, iş gücü kaybı ve diğer maddi zararlar talep edilebilir. Manevi Tazminat: Yaşanan acı, psikolojik etkiler ve sosyal hayat üzerindeki olumsuz sonuçlar için manevi tazminat talep edilebilir. Tüketici Mahkemesinde Nasıl Dava Açılır? Lazer epilasyon kaynaklı zararlar için tüketici mahkemesinde dava açabilirsiniz. Bunun için:
İşleme ilişkin fatura veya sözleşme gibi belgeleri temin edin. Doktor raporu, fotoğraf ve benzeri delillerle zararınızı belgeleyin. Bir avukata danışarak hukuki süreci başlatın. Dikkat Edilmesi Gerekenler Zaman Aşımı Süresi: Tazminat talebi için genel olarak 2 yıllık zaman aşımı süresi bulunmaktadır. Uzman Seçimi: Lazer epilasyon işlemi öncesinde hizmet sağlayıcının yetkinliğinden emin olun.
Ayrıca lazer uygulaması sonucu bir yanık meydana gelmiş ise bu hususa ilişkin şikayet yolu da mevcuttur. Lazer uygulamasında kusuru olan kişiye Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçu kapsamında değerlendirilir. Buna ilişkin emsal kararlar mevcuttur.
Eğer siz de lazer epilasyon kaynaklı zararlar yaşadıysanız, hukuki haklarınızı koruma altına almak ve zararınızı tazmin ettirmek için bir hukuk uzmanından destek alabilirsiniz.
Uyuşturucu kullanma veya bulundurma suçu olarak ifade edilen suç TCK m.191’de “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak” başlığı ile düzenlenmiştir.
TCK m.191 kapsamında suçun faili kullanmak için uyuşturucu madde satın alan, kabul eden, bulunduran ya da kullanan kişidir. Fail bakımından herhangi bir ayrım yapılmamış olup suçun faili herkes olabilir.
Suçun işlenebilmesi için aşağıda yer alan seçimlik hareketlerden birinin tamamlanması yeterlidir:
Kullanmak amacıyla uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak,
Kullanmak amacıyla uyuşturucu veya uyarıcı madde kabul etmek,
Kullanmak amacıyla uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak,
Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak.
Bu suçun oluşabilmesi için satın almak, kabul etmek ve bulundurmak fillerinde amacın uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi kabul etmek olması gerekir. Bu seçimlik hareketlerin kullanım amacı dışında gerçekleştirilmiş olması halinde TCK m.188 kapsamında belirtilen suç oluşmaktadır.
Uygulamada TCK m.188’de düzenlenen Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçu ile TCK m.191’de düzenlenen Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma suçunu bakımından hangi suçun oluştuğunu tespit edilebilmesi için uygulamada bazı kriterler getirilmiştir.
Uyuşturucu madde kullanma veya bulundurma suçunda Kanun’da yer almayan ancak failin amacının ve suç tipinin belirlenmesi açısından yargı içtihatlarıyla bazı kriterler getirilmiştir. Buna göre fail tarafından gerçekleştirilen hareketlerin hangi suç kapsamında kaldığı belirlenmektedir.
Failin Hareketleri
Failin Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma alışkanlığı
Failin ekonomik durumu
Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin miktarı – çeşitliliği
Uyuşturucu maddenin bulunduğu yer – bulunduruluş şekli
Yargıtay Kararı – CGK., E. 2017/473 K. 2018/667 T. 20.12.2018: “Suç konusu uyuşturucu maddenin sanığın vücuduna sarılı şekilde ele geçirilmesi, bu durumun sanığın suç konusu maddenin fark edilmesini ve ele geçirilmesini önlemeye yönelik bir çaba içerisinde olduğunu göstermesi, uyuşturucu maddenin miktar ve niteliği, tutanak düzenleyicisi tanıkların kimlik kontrolü yaptıkları sırada sanığın ellerinin titrediğini beyan etmeleri, uyuşturucu maddenin ele geçiriliş şekli ile kimlik kontrolü sırasında verdiği tepkinin, sanığın yasak bir eşya taşıdığının bilincinde olduğunu ve isteyerek hareket ettiğini göstermesi, Bitlis ili Hizan ilçesinde ikamet eden, tedavi olmak için Diyarbakır’a gitmek için Tatvan’a geldiğinde burada tesadüfen karşılaştığı ve tanımadığı bir kişiden ilaç olduğunu zannettiği bir maddeyi alıp para karşılığında Mersin’e götüreceğini, teslim ettikten sonra da tedavi olmak için Diyarbakır’a gideceğini beyan eden sanığın savunmalarının kendisini suç ve cezadan kurtarmaya yönelik olduğunun anlaşılması karşısında; sanığın hayatın olağan akışına uygun düşmeyen, taşıdığı maddenin uyuşturucu olduğunu bilmediğine ve kandırıldığına ilişkin savunmalarına itibar edilemeyeceğinin, suç konusu uyuşturucu maddeleri bilerek ve isteyerek nakletmek suretiyle atılı suçu işlediğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.”
Yargıtay Kararı – CGK., E. 2018/10 K. 2018/57 T. 20.2.2018:“Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 107-136 ile 06.03.2012 gün ve 387-75 sayılı kararları başta olmak üzere bir çok kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, hangi maksada matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğreti ile uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.
Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girip girmediğidir.
İkinci kriter, uyuşturucu maddenin bulundurulduğu yer ve bulunduruluş biçimidir. Kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya iş yerinde bulundurmaktadır. Buna karşın uyuşturucunun ev veya iş yerine uzakta, çıkarılıp alınması güç ve zaman gerektiren depo, mağara, samanlık gibi bir yere gizlemesi kullanma dışında bir amaçla bulundurulduğunu gösterebilir. Yine, uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli belirtilerdir.
Üçüncü kriter de, bulundurulan uyuşturucu maddenin çeşit ve miktardır. Uyuşturucu madde kullanan kimse genelde bir ya da benzer etki gösteren iki değişik uyuşturucu maddeyi bulundurur. Bu nedenle değişik nitelikte ve farklı etkileri olan eroin, kokain, esrar ve amfetamin içeren tabletleri birlikte bulunduran sanığın bunları satmak amacıyla bulundurduğu kabul edilebilir. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısı ile uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları göz önüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan ve bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.”
TCK m.191 kapsamında failin özelliğine göre bir nitelikli hal getirilmemiştir. Ancak suçun işlendiği yer cezada artırım sebebi olarak düzenlenmiştir.
TCK m.191/10: “Birinci fıkradaki fiillerin; okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
Dolayısıyla suçun madde metninde belirtilen yerlerde işlenmesi halinde verilecek cezada yarı oranında artırım yapılacaktır.
TCK m.191 kapsamında suçu işlediği iddia edilen kişiler hakkında soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı tarafından kamu davasının ertelenmesi kararı verilecektir. Burada Cumhuriyet savcısının takdir yetkisi yoktur.
TCK m.191/2: “Bu suçtan dolayı başlatılan soruşturmada şüpheli hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, beş yıl süreyle kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilir. Cumhuriyet savcısı, bu durumda şüpheliyi, erteleme süresi zarfında kendisine yüklenen yükümlülüklere uygun davranmadığı veya yasakları ihlal ettiği takdirde kendisi bakımından ortaya çıkabilecek sonuçlar konusunda uyarır. (Ek cümle:28/3/2023-7445/18 md.) Erteleme kararı kolluk birimlerine de bildirilir.”
TCK m.191/3: “Erteleme süresi zarfında şüpheli hakkında asgari bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. Bu süre denetimli serbestlik müdürlüğünün teklifi üzerine veya resen Cumhuriyet savcısının kararı ile altışar aylık sürelerle en fazla iki yıl daha uzatılabilir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek görülmesi hâlinde denetimli serbestlik süresi içinde tedaviye tabi tutulabilir. Cumhuriyet savcısı, erteleme süresi zarfında uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanıp kullanmadığını tespit etmek için yılda en az iki defa şüphelinin ilgili kuruma sevkine karar verir.”
TCK m.191 kapsamında kamu davasının ertelenmesine karar verilmesinin ardından kişinin erteleme süre zarfında kendisine belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmaması gerekmekte olup aksi halde fail hakkında kamu davası açılabilecektir.
TCK m.191/4: “Kişinin, erteleme süresi zarfında; a) Kendisine yüklenen yükümlülüklere veya uygulanan tedavinin gereklerine uygun davranmamakta ısrar etmesi, b) Tekrar kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması, c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, hâlinde, hakkında kamu davası açılır.
Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlal nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz.”
Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus kamu davasının açılmasından sonra TCK m.191 kapsamında suç işlenmesi halinde bu yeni bir suç olacağından doğrudan soruşturma açılacak olup kamu davasının ertelenmesi kararı verilmeyecektir.
Failin erteleme süre zarfında yükümlülüklerine uygun davranması halinde erteleme süresinin sonunda KYOK kararı verilecektir.
Uyuşturucu ve uyarı madde suçları kapsamında TCK m.192’dde etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiş olup kullanma ve bulundurma suçu bakımından da uygulanabilecektir. Buna göre,
TCK m.192/2: “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce, bu maddeyi kimden, nerede ve ne zaman temin ettiğini merciine haber vererek suçluların yakalanmalarını veya uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilmesini kolaylaştırırsa, hakkında cezaya hükmolunmaz.”
TCK m.192/3: “Bu suçlar haber alındıktan sonra gönüllü olarak, suçun meydana çıkmasına ve fail veya diğer suç ortaklarının yakalanmasına hizmet ve yardım eden kişi hakkında verilecek ceza, yardımın niteliğine göre dörtte birden yarısına kadarı indirilir.”
TCK m.192/4: “Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmaktan dolayı soruşturma başlatılmadan önce resmi makamlara veya sağlık kuruluşlarına başvurarak tedavi ettirilmesini isterse, cezaya hükmolunmaz.”
Maddenin 3.fıkrası kapsamında etkin pişmanlık hükümleri en geç hüküm verilmeden önce gerçekleşmesi gerekmektedir.
Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma veya bulundurma suçu şikayete tabi olmayıp re’sen soruşturulur. İlgili suçun dava zamanaşımı süresi 8 yıldır. Dolayısıyla suçun işlendiği tarihten itibaren 8 yıl geçmesi halinde fail hakkında kamu davası açılamayacaktır.
Görevli mahkeme ceza miktarına göre belirlenmektedir. Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma suçunun temel şekli 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olduğundan görevli mahkeme asliye ceza mahkemeleridir.
Randevu almak ve danışmak için dilerseniz bize 7/24 e-posta adresimiz ya da web sitemizde yer alan iletişim numaraları üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com
İş hukuku, işçi ile işveren arasındaki ilişkileri düzenleyen, çalışma hayatını ve sosyal güvenlik haklarını korumayı amaçlayan bir hukuk dalıdır. Türkiye’de iş hukuku, 4857 sayılı İş Kanunu başta olmak üzere birçok kanun, yönetmelik ve tüzük ile düzenlenmiştir. İş hukuku, bireysel iş hukuku ve toplu iş hukuku olmak üzere iki temel başlığa ayrılır.
İş Hukukunun Temel İlkeleri
İşçinin Korunması İlkesi: İş hukukunun temel amacı, işçiyi korumaktır. Bu ilke, işçinin ekonomik olarak işverene kıyasla daha zayıf durumda olmasından kaynaklanır.
Eşitlik İlkesi: İşveren, işçiler arasında ayrım yapamaz ve eşit davranma yükümlülüğüne sahiptir. Bu, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesinde düzenlenmiştir.
Emredici Kurallar İlkesi: İş hukuku kuralları genelde emredicidir ve işçi aleyhine değiştirilemez. Örneğin, asgari ücretin altında ödeme yapılamaz.
İş Sağlığı ve Güvenliği: İş yerlerinde işçilerin sağlığını ve güvenliğini korumak amacıyla alınması gereken önlemler ve uyulması gereken kurallar bulunmaktadır.
İş Hukukunda Bireysel İş İlişkileri
İş Sözleşmesi: İşçi ile işveren arasında yapılan sözleşme iş ilişkisinin temelini oluşturur. İş sözleşmesi yazılı veya sözlü yapılabilir, ancak belirli durumlarda yazılı yapılması zorunludur.
Çalışma Süreleri: Haftalık çalışma süresi, 4857 sayılı Kanun’a göre en fazla 45 saat olarak belirlenmiştir. Fazla mesai, bu sürenin aşılması durumunda uygulanır ve işçiye %50 zamlı ödeme yapılır.
Ücret ve Tazminatlar: İşçinin emeği karşılığında aldığı ücret, yasal düzenlemelerle koruma altına alınmıştır. İşçi, iş sözleşmesinin haklı nedenlerle feshedilmesi durumunda kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanabilir.
Haklı Nedenle Fesih Sebepleri ve Kıdem Tazminatı
İşçi ve işveren, iş sözleşmesini haklı nedenlerle feshedebilir. Haklı fesih nedenleri, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. ve 25. maddelerinde düzenlenmiştir.
İşçi İçin Haklı Fesih Nedenleri
Sağlık Sebepleri: İşçinin sağlığını tehdit eden iş koşulları ya da işverenin işçiye bulaşıcı hastalığı olan kişilerle çalıştırması.
Ahlak ve İyiniyet Kurallarına Aykırılık: İşverenin işçiye hakaret etmesi, cinsel tacizde bulunması, ücrete ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemesi.
Zorlayıcı Sebepler: İş yerinde meydana gelen zorlayıcı sebepler nedeniyle işin yapılamaz hale gelmesi.
İşçinin ücretlerinin (ücret alacağı, fazla mesai, hafta tatili alacağı, ulusal bayram genel tatil alacağı vs. ) eksik ya da hiç ödenmemesi, mobbing, yıllık izin hakkının kullandırılmaması veya eksik kullandırılması gibi hususlarda bulunmaktadır.
İşveren İçin Haklı Fesih Nedenleri
Sağlık Sebepleri: İşçinin sağlık durumu nedeniyle sürekli olarak işini yapamaması.
Ahlak ve İyiniyet Kurallarına Aykırılık: İşçinin işverene veya diğer işçilere hakaret etmesi, hırsızlık yapması, işyerine sarhoş ya da uyuşturucu etkisi altında gelmesi.
Zorlayıcı Sebepler: İşçinin işyerine gelmesini engelleyen uzun süreli zorlayıcı sebepler.
Kıdem Tazminatına Hak Kazanma Şartları
İşçinin en az 1 yıl çalışmış olması gerekmektedir.
İş sözleşmesi, haklı fesih sebeplerine dayanılarak ya da işveren tarafından haksız bir şekilde feshedilmiş olmalıdır.
Kadın işçi, evlilik nedeniyle iş sözleşmesini feshettiğinde; erkek işçi, askerlik nedeniyle işten ayrıldığında kıdem tazminatına hak kazanır.
İşçinin emeklilik hakkı kazanarak işten ayrılması.
İş Hukukunda Toplu İş İlişkileri
Toplu İş Sözleşmesi: İşveren ve işçi sendikaları arasında yapılan ve çalışma koşullarını belirleyen sözleşmedir.
Grev ve Lokavt: İşçilerin haklarını savunmak için işi bırakmaları (grev) ve işverenin işçileri topluca çalıştırmama kararı alması (lokavt), toplu iş hukukunun önemli unsurlarıdır.
İş Hukuku ile İlgili Önemli Kararlar
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi – Eşit Davranma İlkesi Kararı
Yargıtay, bir işverenin eşitlik ilkesine aykırı davranarak işçiler arasında ayrım yapmasının hukuka aykırı olduğuna karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi – İş Güvencesi Hakkı Kararı
İşçinin haksız fesih durumunda işine iade edilmesi gerektiğine ve iş güvencesinin temel bir hak olduğuna hükmedilmiştir.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi – Fazla Mesai Ücreti Kararı
Fazla mesai alacaklarının ispatı konusunda işçinin yazılı delil sunma zorunluluğu olmadığı, tanık beyanlarının da dikkate alınabileceği belirtilmiştir.
İş Sağlığı ve Güvenliği – Örnek Olay Kararı
Bir iş yerinde işverenin iş güvenliği önlemlerini almadığı gerekçesiyle ölümlü kazada sorumluluğu bulunduğuna karar verilmiştir.
Sonuç
İş hukuku, hem işçilerin haklarını korumayı hem de işverenlerin yükümlülüklerini belirlemeyi hedefler. Çalışma hayatında karşılaşılabilecek hukuki sorunların çözümü için bu alandaki mevzuatın ve yargı kararlarının iyi bilinmesi büyük önem taşır. Haklı fesih nedenleri ve kıdem tazminatı gibi önemli konular hakkında detaylı bilgi ve hukuki destek için uzman bir avukata danışmanız tavsiye edilir.
Günümüzde sıkça tartışılan konulardan biri de işverenin banka promosyonlarının işçiye ödenmemesi hususudur. Bu konuyla ilgili aşağıda detaylı belirteceğimiz üzere bir çok karar mevcuttur.
Banka Promosyonları Hakkında Bilgilendirme
Son yıllarda şirketler ve kamu kurumları, çalışanların maaşlarını belirli bankalar aracılığıyla ödemek için bankalarla protokoller imzalamaktadır. Bu protokoller kapsamında bankalar, maaş ödeme hizmetini kendilerinden alma karşılığında şirketlere veya kamu kurumlarına belirli bir miktar promosyon ödemesi yapar.
Peki, bu banka promosyonları çalışanlara ödenmeli mi? Bu konuda hukuki durum nasıldır? Aşağıda bu konuya ilişkin detaylı bir açıklama bulabilirsiniz.
Banka Promosyonları Nedir?
Banka promosyonları, bir şirketin veya kurumun maaş ödemelerini belirli bir banka ile yapması karşılığında bankanın şirkete veya kuruma ödedigi toplu paradır. Bu ödemelerin amacı, maaş ödemesi yapan işvereni banka müşterisi olarak kazanmak ve hesap hareketlerinden faydalanmaktır.
Hukuki Durum
Banka promosyonlarının çalışanlara ödenip ödenmeyeceği konusunda hukuki durum bazını işçi- işveren ilişkisine dair mevzuattan alır:
Promosyonların Kaynağı ve Amacı: Banka promosyonları genellikle işveren ile banka arasındaki bir ticari işlemden doğduğu için, bu miktarın tamamen işverene ait olduğu düşünülebilir. Ancak, maaş hesapları için ödenen promosyonların işçinin ücreti üzerinde hak doğurabileceği düşünülmektedir.
4857 Sayılı İş Kanunu:
İşçinin alacak hakkı, iş sözleşmesi veya işyerindeki uygulamalara dayanıyorsa, banka promosyonları da işçinin ücretin eki sayılabilir. İşçi, İş Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca ücretini tam ve zamanında alma hakkına sahiptir. Banka promosyonlarının işçiye ödenmesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Türk Borçlar Kanunu (TBK):
İşçi-işveren arasındaki sözleşmelerde dürüstlük kuralı ve hakkaniyet esastır (TBK md. 2). İşveren, banka promosyonlarını işçiye aktarmamakla işçinin menfaatine aykırı hareket etmiş olabilir.
Yargı Kararları:
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2007 tarihli bir kararında (2007/36387 E. ve 2007/32535 K.), banka promosyonlarının işverenin malvarlığına dahil olduğu ve işçinin bu promosyonlar üzerinde doğrudan bir hakkı bulunmadığı ifade edilmiştir.
Ancak, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin bir kararında (2015/4409 E. ve 2016/9626 K.), işyerinde banka promosyonlarının çalışanlara ödenmesi yönününün yerleşik bir uygulama haline gelmesi durumunda, bu uygulamanın devam etmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Ücretin Eki Olarak Promosyonlar: Çalışanların maaşları üzerinden hesaplanan promosyonlar bazı durumlarda ücretin eki niteliğinde görülebilir. Bu durumda, işverenin banka promosyonlarını çalışanlara ödemesi gerektiği düşünülebilir.
Eğer çalışan, banka promosyonlarının kendisine ödenmesi gerektiğini düşünüyorsa, aşağıdaki yolları izleyebilir:
Yazılı Talepte Bulunma:
Çalışan, işverene yazılı olarak banka promosyonlarının kendisine ödenmesini talep edebilir.
Arabuluculuk:
Talep reddedilirse, iş mahkemelerinde dava açmadan önce arabuluculuğa başvurulması zorunludur.
Dava Açma:
Arabuluculuk sürecinde anlaşma sağlanamaması durumunda, iş mahkemesinde alacak davası açılabilir.
Sonuç
Banka promosyonları, maaş ödemeleriyle doğrudan bağlı olması nedeniyle çalışanların hakkı olabilecek bir gelir kalemidir. Ancak, promosyon ödemelerinin işçiye aktarılması öncelikle işveren ile banka arasındaki anlaşmaya ve işyerindeki yerleşik uygulamalara bağlıdır. Bu konuda hak iddia etmek isteyen çalışanların öncelikle uzman bir hukukçudan destek alması tavsiye edilir.
Detaylı bilgi ve destek almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
696 Sayılı KHK ile idareye sürekli işçi kadrosuna işçiler alınmıştır. Ancak işbu bazı idareler aşağıda belirteceğimiz hususlar çerçevesinde işçilere ücret alacakları, ilave tediye alacaklarını eksik yatırmıştır. İşbu sebepten dolayı uyuşmazlıkların çözümü için İş Mahkemesinde dava açılabilecektir. İşçi hangi dönemde çalıştıysa ve eksik ödeme aldıysa mahkemeye başvurarak kalan bakiyeleri de alabilmektedir. Bununla ilgili bir çok emsal kararımız mevcuttur.
696 sayılı KHK kapsamında İdarelerin bünyesinde sürekli işçi kadrosuna geçmiş olup ücret seviyesinin anılan KHK’nın 127. Maddesi ile 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenen Geçici 23. Maddenin 6. fıkrasında; sürekli işçi kadrolarına geçirilenlerden , geçiş işlemi yapılırken mevcut işyerinin girdiği işkolunda kurulu işyerinden bildirilenlerin ücreti ile diğer mali ve sosyal hakları, bu madde kapsamındaki idarelerde geçişten önce alt işveren işçilerini kapsayan, Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin bitimine kadar bu toplu iş sözleşmesinin uygulanması suretiyle oluşan ücret ile diğer mali ve sosyal haklardan fazla olamayacağı hükme bağlanmıştır. Sürekli işçi kadrolarına ve şirketlerde işçi statüsüne geçirilenlerden; geçişten önce toplu iş sözleşmesi bulunmadığından kadroya ve işçi statüsüne geçirildiği tarihte yürürlükte olan bireysel iş sözleşmesi hükümlerinin geçerli olduğu işçiler ile geçiş işleminden önce yapılan ve geçişten sonra yararlanmaya devam ettiği toplu iş sözleşmesi bulunmakla birlikte bu madde kapsamındaki idarelerde alt işveren işçilerini kapsayan, Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin bitiminden önce toplu iş sözleşmesi sona eren işçilerin ücreti ile diğer mali ve sosyal hakları, bu madde kapsamındaki idarelerde geçişten önce alt işveren işçilerini kapsayan Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesine göre belirleneceği hükme bağlanmıştır.
Sürekli işçi kadrolarına alınan işçilerin ücret ile diğer mali ve sosyal haklarının belirlenmesinde esas alınacak toplu iş sözleşmesi, 13.04.2018 tarihinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yayınlanarak ilan edilmiş olup anılan sözleşmede, 01.01.2018-30.06.2018 tarihleri arasında ve devam eden 6 aylık dönemlerde ücret zammı oranlarına yer verilmiştir. Kamu idareleri için referans alınacak bu toplu iş sözleşmesinin yürürlük süresi 31.10.2020 tarihinde sona ermiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde, “İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir. Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz.” denilmektedir.
Yine aynı Kanun’un 62. maddesinde, “Her türlü işte uygulanmakta olan çalışma sürelerinin yasal olarak daha aşağı sınırlara indirilmesi veya işverene düşen yasal bir yükümlülüğün yerine getirilmesi nedeniyle ya da bu Kanun hükümlerinden herhangi birinin uygulanması sonucuna dayanılarak işçi ücretlerinden her ne şekilde olursa olsun eksiltme yapılamaz” hükmü yer almaktadır.
Öte yandan 696 sayılı KHK’nın 127. maddesinde, “Sürekli işçi kadrolarına geçirilenlerden, geçiş işlemi yapılırken mevcut işyerinin girdiği işkolunda kurulu işyerinden bildirilenlerin ücreti ile diğer mali ve sosyal hakları, bu madde kapsamındaki idarelerde geçişten önce alt işveren işçilerini kapsayan, Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin bitimine kadar bu toplu iş sözleşmesinin uygulanması suretiyle oluşan ücret ile diğer mali ve sosyal haklardan fazla olamaz. Sürekli işçi kadrolarına geçirilenlerden; geçişten önce toplu iş sözleşmesi bulunmadığından kadroya geçirildiği tarihte yürürlükte olan bireysel iş sözleşmesi hükümlerinin geçerli olduğu işçiler ile geçiş işleminden önce yapılan ve geçişten sonra yararlanmaya devam ettiği toplu iş sözleşmesi bulunmakla birlikte bu madde kapsamındaki idarelerde alt işveren işçilerini kapsayan, Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin bitiminden önce toplu iş sözleşmesi sona eren işçilerin ücreti ile diğer mali ve sosyal hakları, bu madde kapsamındaki idarelerde geçişten önce alt işveren işçilerini kapsayan, Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesine göre belirlenir. ” denilmiştir. Keza sürekli işçi kadrosuna geçirilecek işçilerin ücret ve mali haklarının ne şekilde belirleneceği 01/01/2018 tarihinde Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Resmi Gazete’nin 30288 sayısında yayınlanan Tebliğ’in 21. maddesinde KHK’nın yukarıdaki hükmü tekrar edilerek YHK kararına göre olacağı ifade edilmiştir. Söz konusu YHK kararı ise yayınlanmış ve ücrete ilişkin bir belirlemede bulunmayıp 2018-2020 yılları arasındaki zamların sürekli işçi kadrosuna geçen işçilerin ücretlerine %4 olarak uygulanacağının belirlendiği, bu şekilde kamudaki sürekli işçi kadrolarına geçişin, geçiş anındaki ücret seviyesine göre olacağının tespit edildiği görülmektedir.
İdare ile işçiler arasında akdedilen belirsiz süreli iş sözleşmesinin 7. Maddesinde “işbu sözleşme süresinde işçiye her ay brüt asgari ücretin yüzde 50 fazlası üzerinden günlük olarak ödeme yapılır” hükmüne yer verilmiştir. Bu şekilde hesaplama yapılması gerekir.
Ayrıca ilave tediye alacaklarına ilişkin ise 6772 sayılı Kanun kapsamına giren işyerlerinde çalışan işçilere ilave tediye ödemelerinin, Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararları ile; anılan Kanunun 1. Ve 3. Maddesi uyarınca dönem dönem ödeme yapılması öngörülmüştür.
Yine ikramiye alacaklarına ilişkin ise esas alınan Yüksek Hakem Kurulunca bağıtlanan toplu iş sözleşmesine göre, işçilere Ocak ve Temmuz aylarında 5’er günlük olmak üzere yılda toplam 10 günlük ücret tutarında ikramiye ödemesi öngörülmüştür.
Randevu almak ve danışmak için dilerseniz bize 7/24 e-posta adresimiz ya da web sitemizde yer alan iletişim numaraları üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com
Tapu sicili, taşınmazların hukuki ve fiziki durumlarını mülkiyet durumunu, ayni haklarını ve bunlara ilişkin hukuki işlemleri gösteren kamuya açık ve resmi kayıtlardır. Tapu sicili, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun(TMK) Tapu Sicili başlıklı dördüncü kitabında düzenlenmiştir. Taşınmaz mülkiyetine ilişkin işlemler, hukuki güvenlik ve açıklık ilkeleri gereği tapu siciline tescil edilmek suretiyle yürütülür.
Tapu sicili resmi sicil niteliğindedir ve burada yapılan kayıtlar aksi ispat edilinceye kadar geçerlidir. Sicilin tutulmasında tapu sicilinin aleniyeti, tescilin açıklığı, güvenilirliği ve sicile güven ilkesi esas alınır. Bu kapsamda, sicile dürüstlük kuralına uygun olarak güvenerek işlem yapan üçüncü kişilerin hakları korunur.
Tapu sicili, ana siciller ve yardımcı siciller olmak üzere iki ana gruptan oluşur. Ana siciller içinde yevmiye defteri, tapu kütüğü, kat mülkiyeti kütüğü ve resmî belgeler yer alırken, yardımcı siciller arasında parselasyon planları, zabıt defterleri ve diğer yardımcı kayıtlar bulunur.
TMK’da tapu sicilinde kayıtlı bilgilerin ilgililer tarafından incelenebilmesini ve bu bilgilere güvenerek işlem yapabilmesini sağlamak amacıyla aleniyet ilkesi getirilmiştir.
TMK m.1020, Tapu sicilinin açıklığı:“Tapu sicili herkese açıktır. İlgisini inanılır kılan herkes, tapu kütüğündeki ilgili sayfanın ve belgelerin tapu memuru önünde kendisine gösterilmesini veya bunların örneklerinin verilmesini isteyebilir. Kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilmediğini ileri süremez.”
Bu ilkeye göre, tapu sicili herkesin incelemesine açık olup, sicilden haklı olarak haberdar olan kişilerin bu kayıtlara güvenerek işlem yapmaları hukuken korunmaktadır.
TMK m.1023: “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.”
Devlet, tapu sicilinin tutulması ve korunmasından sorumludur. Ancak tapu sicilinde yapılan hatalar veya eksiklikler, kişilere ciddi zararlar doğurabilir. Bu tür zararların giderilmesi için devletin sorumluluğu gündeme gelir.
Devletin Tapu Sicilinden Kaynaklanan Zararlardan Doğan Hukuki Sorumluluğu
Tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararlardan devletin sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler tapu siciline güven ilkesinin sürekliliğini temin etmek amacıyla getirilmiştir.
Tapu sicilinin tutulması ve yönetilmesi kamu hizmeti niteliğinde olup, bu hizmetin yerine getirilmesinden doğan zararlar nedeniyle devletin hukuki sorumluluğu söz konusudur. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi bu sorumluluğu açıkça düzenlemektedir: “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.”
Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (ayni) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Zira tapu sicillerinin tutulması devletin sorumluluğunda olduğundan sicilin doğru tutulması sorumluluğunu üstlenen devlet sicilin tutulmasından doğan zararları da üstelenmektedir. Gerçek hukuki duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak vb. durumlar da aynı kapsamda düşünülmüştür.
Devletin Sorumluluğuna İlişkin Şartlar
Devletin tapu sicilinden doğan sorumluluğu, asli ve kusursuz sorumluluk esasına dayanır. Dolayısıyla devletin sorumlu tutulabilmesi için tapu görevlilerinin kusurlu olup olmaması önemli değildir. Önemli olan, tapu sicilinin hukuka aykırı bir şekilde tutulması nedeniyle bir zararın meydana gelmiş olmasıdır.
Devletin sorumluluğuna ilişkin olarak haksız fiil ilkeleri kıyasen uygulanmaktadır. Ancak burada sorumluluk kusursuz sorumluluk esasına dayandığından haksız fiil şartlarından kusur şartı aranmamaktadır. Dolayısıyla devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı zararlardan sorumlu olabilmesi için:
Bu hukuka aykırılık dolayısıyla bir zararın meydana gelmiş olması (Kadastro çalışmaları neticesinde taşınmazın yüzölçümünde azalma meydana gelmesi gibi)
Zarar ile tapu sicilindeki hukuka aykırılık arasında illiyet bağı bulunması
Bu şartların mevcut olması halinde tazminat davası açılabilecektir. Devlet, ödemiş olduğu tazminatı zararın tapu sicil memurunun kusurundan kaynaklandığını ispat etmek suretiyle rücu edebilecektir.
Yenileme Kadastrosu Nedir?
Geçmişten günümüze tapu siciline kayıtlı taşınmazların sınırları haritalarla sağlanmaktadır.
TMK m.1003: “Bir taşınmazın kütüğe kaydı ve belirlenmesinde resmî bir ölçüme dayanan plân esas alınır.”
Osmanlı Devletinden günümüze kadar yapılan kadastral haritaların bir kısmı teknik yetersizlikler, veri kalitesi gibi sorunlar sebebiyle sınırlandırma, ölçü, hesaplama hataları gibi sebeplerle uygulama niteliğini yitirmiştir. Bu sebeple de teknolojinin de elverdiği ölçüde sınırların, yüzölçümünün vs. belirlenebilmesi için kadastral haritaların yenilenmesi gerekmiştir. Buna ilişkin Kanunlar çıkarılmıştır. 22.05.2005 tarihli 5304 sayılı Kadastro Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu 22. maddesinde değişiklik yapılmıştır.
Kadastro Kanunu m.22/1: “Evvelce tespit, tescil veya sınırlandırma suretiyle kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamaz.” denilerek kadastrosu yapılmış olan yerlerde yeniden kadastro yapılamayacağı düzenlenmiştir olmasına karşın istisnaları maddenin devamında açıkça ifade edilmiştir.
Uygulamada “22/A uygulaması” olarak da adlandırılan madde uyarınca : “Tapulama, kadastro veya değişiklik işlemlerine ilişkin; sınırlandırma, ölçü, çizim ve hesaplamalardan kaynaklanan hataları gidermek üzere uygulama niteliğini kaybeden, teknik nedenlerle yetersiz kalan, eksikliği görülen veya zemindeki sınırları gerçeğe uygun göstermediği tespit edilen kadastro haritalarının tekrar düzenlenmesi ve tapu sicilinde gerekli düzeltmelerin sağlanması amacıyla tapulama ve kadastro görmüş yerlerde” yeniden kadastro yapılabileceği düzenlenmiştir.
Devletin sorumluluğunun kapsamı, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hataları da kapsamaktadır. Bir başka değişle, kadastro işlemleri, tapu kütüğünün oluşumuna dayanak oluşturduğundan, bu işlemler nedeniyle tapu kütüğünde oluşacak yanlışlıklar nedeniyle doğacak zararlar da TMK’nın 1007. maddesi kapsamındadır.
Kadastro Kanunu m.22/A uyarınca yapılan yenileme kadastrosu sonrasında taşınmazın yüzölçümünün azalması, sınırlarının değişmesi gibi durumlarda meydana gelen zararlar da TMK m.1007 uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlar kapsamındadır. Dolaysıyla bu zararlar da devletin tazminat sorumluluğu kapsamında değerlendirilmektedir.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E., 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerledirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2015/2477 Esas, 2015/3661 Karar sayılı 05.05.2015 tarihli ilamı:“721 sayılı TMK’nın sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” hükmü yer almakta olup, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan da TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur (HGK’nun 16.06.2010 gün ve 2010/4-349/318 sayılı kararı). Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu madde uyarınca düzenlenen sorumluluk, objektif (kusursuz) sorumluluk niteliğindedir. Bu tür sorumlulukta kusur şart olmayıp, sorumluluğu doğuran olayla zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin varlığı yeterlidir. Zararı doğuran olay ile zarar arasında uygun illiyet bağının kurulması halinde Devletin sorumluluğu doğacaktır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, 1954 yılında yapılan tapulama çalışmalarında 52.400 m² olarak tespit ve tescile tabi tutulan taşınmazın, sonradan başka bir parsele binmeli olması nedeniyle düzeltilmesi sırasında yüzölçümü ve sınırlarının değişmesi sonucu miktarının 13.701 m² azalması nedeniyle oluşan zararın, kadastro işlemlerinden kaynaklandığı ve TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğundan tazmininin gerektiği, taşınmazın arsa niteliğinde bulunduğundan, gerçek değerinin emsal incelemesi yapılarak belirlendiği anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA”
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, 2015/2577 Esas, 2015/8389 Karar sayılı 05.10.2015 tarihli ilamı: “Burada Devlete yüklenen sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Maddede yer alan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamdadır.
Bundan başka, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, kadastro kayıtlarından kaynaklanan hatalardan da TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Zira, kesinleşen kadastro işlemi sonrasında, bu işlem esas alınarak tapu sicili oluşturulmaktadır. Bu itibarla, tapu sicili kavramı geniş anlamda kadastro işlemlerini de kapsamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davacılara ait parsellerin yüzölçümünün kadastro sırasında fazla miktarlı olarak tespit edilip, bu haliyle tapuya tescil edilmesi ve sonrasında bu hatalı işlemin düzetilmesi ile davacıların tapulu parsellerinin yüzölçümünün, parselleri satın aldıkları tarihe göre azaldığı anlaşılmaktadır. Şu hale göre, davacıların zararlarının oluştuğu ve bu zararlarının tazminini TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletten isteyebileceklerinin kabulü gerekir. Zira, az yukarıda da belirtildiği gibi tapu sicili kavramı geniş anlamda kadastro işlemlerini de kapsamaktadır.”
Anayasa Mahkemesi Kararları da işbu hatalardan kaynaklı zararın tazmin edilmesi gerektiği yönündedir.
Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru 2019/38336, Karar Tarihi: 01.02.2023:“Öncelikle somut olaydaki davanın kadastro idaresine karşı değil Hazineye karşı açıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca dava 3402 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz mahiyetinde bir dava da değildir. Dahası başvurucunun yenileme kadastrosunun hukukiliğine yönelik bir itirazı da bulunmamaktadır. Başvurucu, taşınmazının yüz ölçümünün azaltılması sebebiyle 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında tazminat talebinde bulunmuştur. 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca tazminat davası açılabilmesi için yenileme kadastrosuna karşı iptal davası açılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Satın aldığı taşınmazın yüz ölçümü azaltılan kişi, yenileme kadastrosuna karşı dava açmadan da devletin tapu sicilini düzgün oluşturma sorumluluğunu ihlal ettiği iddiasıyla tazminat davası açabilir.”
Tazminat Davasında Zamanaşımı Süresi
TBK m.146: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.”
Tazminat davaları on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Bu süre zararın öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.
Görevli ve Yetkili Mahkeme
Devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı zararlardan doğan tazminat yükümlülüğü TMK’da düzenlenmesi ve etkisini özel hukuk alanında göstermesi sebebiyle görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme bakımından ise kesin yetki söz konusudur. TMK m.1007 uyarınca dava tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde açılacaktır.
Sonuç
Tapu sicilinin doğru tutulması, mülkiyet güvencesinin sağlanması açısından büyük önem taşır. Devlet, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararlardan sorumlu olup, TMK m. 1007 kapsamında zararı tazmin yükümlülüğü altındadır. Kadastro Kanunu m.22/A uyarınca yapılan yenileme kadastrosu işlemlerinden kaynaklanan zararlarda tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararlar kapsamında değerlendirilmekte ve tazminat sorumluluğuna dahil edilmektedir. Yargıtay içtihatları ve Anayasa Mahkemesi kararları, devletin sorumluluğunu net bir biçimde ortaya koymaktadır. Özellikle, kusursuz sorumluluk ilkesi çerçevesinde devletin tazmin yükümlülüğünün geniş yorumlanması, zarar gören kişilerin mağduriyetinin giderilmesi açısından büyük önem taşır.
Sonuç olarak, tapu sicilinin hatalı veya eksik tutulması nedeniyle zarar gören bireyler, tapu kaydının düzeltilmesi, tazminat davası veya tapu iptal ve tescil davası gibi yollarla haklarını arayabileceklerdir.
Randevu almak ve danışmak için dilerseniz bize 7/24 e-posta adresimiz ya da web sitemizde yer alan iletişim numaraları üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com
Soybağının kurulmasına ilişkin hükümler TMK m.282 vd. düzenlenmiştir. TMK m.282/1’e göre ana ile soybağı doğumla birlikte kurulmaktadır. Ancak baba ile çocuk arasındaki soybağı kendiliğinden kurulmamaktadır. İlgili maddde uyarınca baba ile çocuk arasındaki bağ aşağıdaki şekillerde kurulabilir:
Ana ile evlilik
Tanıma
Hakim hükmü
Ana ile babanın evlilik birliği içerisinde veya boşanmış olsa bile çocuğun iddet süresi içerisinde doğan çocuk ile baba arasında soybağı kurulur. Ancak burada önemli olan husus evlilik birliği dışında doğmuş olan çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasıdır.
Ana ile babanın çocuk doğduktan sonra evlenerek bu durumu nüfusa bildirmeleri veya babanın resmi bir şekilde (nüfus memuru, Noter, Mahkeme veya Konsolos) tanıma beyanında bulunarak çocuk ile soybağının kurulması mümkündür. Ancak bazı hallerde çocuk baba tarafından iradi olarak tanınmamaktadır. Bu durumda ana veya çocuğun açacağı bir dava (babalık davası) ile baba ile soybağının kurulması mümkündür. Bu davada çocuğun ve davalı babanın DNA örnekleri alınarak Adli Tıp Kurumu tarafından incelenecek ve davalı babanın çocuğun biyolojik babası olup olmadığı bu yolla tespit edilebilecektir. Davalı babanın DNA örneği vermek istememesi halinde ise HMK soybağı tespiti için inceleme başlıklı 292.maddesi uyarınca hakim tarafından incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verilecektir.
Kimler Dava açabilir?
TMK m.301: “Çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuk isteyebilirler.”
Madde hükmünden anlaşılacağı üzere babalık davası anne veya çocuk tarafından açılabilmektedir. Dava anne ve çocuk tarafından ayrı ayrı açılabileceği gibi birlikte de açılabilecektir. Bunun sonucu olarak davalardan biri için verilen karar diğeri için bağlayıcı nitelikte olmayacağı gibi tarafların kendi davalarından vazgeçmesi, feragat etmesi gibi durumlar diğerinin davasını etkilemeyecektir.
Dava Kime/Kimlere Karşı Açılabilir?
TMK m.301/2: “Dava babaya, baba ölmüşse mirasçılarına karşı açılır.”
Çocuk ile baba arasında soybağının kurulması halinde çocuk babaya mirasçı olacağından babanın ölümü halinde davanın mirasçılarına yöneltilmesi gerekmektedir.
Anne tarafından Açılan babalık davası aşağıdaki kişi ve kurumlara ihbar edilir:
Cumhuriyet Savcısı
Hazine
Kayyım
Kayyım tarafından Açılan babalık davası aşağıdaki kişi ve kurumlara ihbar edilir:
Cumhuriyet Savcısı
Hazine
Anne
(Çocuğun reşit olmaması halinde dava çocuk adına mahkeme tarafından atanacak kayyım tarafından açılabilecektir.)
Karineler
Kanun’da çocuğun baba ile soybağının kurulması bakımından karineler düzenlenmiştir. Normal şartlarda baba ile soybağının kurulması noktasında babalık davası açan tarafından çocuğun davalı babanın çocuğu olduğunu ispatlaması gerekmektedir. Karineler bu anlamda ispat yükünü ters çevirmekte ve aksi ispat edilmediği sürece çocuğun davalı babanın çocuğu olduğu kabul edilmektedir.
TMK m.302/1: “Davalının, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olması, babalığa karine sayılır.”
TMK m.302/2: “Bu sürenin dışında olsa bile fiilî gebe kalma döneminde davalının ana ile cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilirse aynı karine geçerli olur.”
Bu karinelerin geçersiz olması için TMK m.302/3 uyarınca davalı babanın; çocuğun kendisinden olmasının olanaksız olduğunu veya üçüncü bir kişinin baba olma olasılığının kendisininkinden fazla olduğunu ispat etmesi gerekmektedir.
Hak Düşürücü Süre
TMK m.303: “Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşer.”
Çocuk tarafından açılacak olan babalık davasında hak düşürücü süre bulunmamaktadır. Çocuk tarafından dava her zaman açılabilir. Ancak anne tarafından açılacak olan babalık davası çocuğun doğumundan itibaren 1 yıl içerisinde açılmalıdır.
Babalık davası açılabilmesi için çocuğun başka biriyle kurulmuş soybağının olmaması gerekmektedir. Eğer çocuğun başka bir erkekle kurulmuş soybağı varsa öncelikle bu ilişkinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu sebeple de anne tarafından açılacak davada 1 yıllık hak düşürücü süre bu ilişkinin ortadan kalktığından tarihte işlemeye başlayacaktır.
Ayrıca anne tarafından haklı sebeplerle davanın süresi içerisinde açılamamış olması halinde ise TMK m.303/3 uyarınca gecikmeyi haklı kılacak sebeplerin ortadan kalkmasından itibaren 1 ay içerisinde dava açılabilecektir.
Neler Talep Edilebilir?
Babalık davasında TMK m.304 uyarınca annenin mali hakları düzenlenmiştir. Buna göre babalık davası ile biirlikte veya ayrı olarak:
1. Doğum giderleri,
2. Doğumdan önceki ve sonraki altışar haftalık geçim giderleri,
3. Gebelik ve doğumun gerektirdiği diğer giderler talep edilebilecektir.
Çocuğun ölümü halinde dahi bu giderlerin istenebilmesi mümkündür. Ancak Üçüncü kişiler veya sosyal güvenlik kuruluşlarınca yapılan ödemeler tazminattan indirilecektir.
Bununla birlikte babalık davası sonucunda baba ile çocuk arasında soybağı kurulması istendiğinden çocuk için nafaka talep edilebilmesi de mümkündür.
Yetkili ve Görevli Mahkeme
Babalık davasında görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise çocuğun doğduğu andaki yerleşim yeri veya davanın taraflarından birinin yerleşim yeri mahkemesidir.
Babalık davasının ihbarı, delilerin sunulması, davada dikkat edilmesi gereken süreler vb. birçok durumun takibi bakımından sürecin bir avukat ile yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır.
… NÖBETÇİ AİLE MAHKEMESİNE
DAVACI :(Ad Soyad -TC)
(Adres)
DAVALI : (Ad Soyad -TC)
(Adres)
KONU : Babalığın hükmen tayini, nafaka ve tazminat talebine ilişkindir.
AÇIKLAMALAR :
Davalı … İle internet üzerinden tanıştık ve ilişkimiz başladı. Davalı ile evleneceğimiz düşüncesi ile birlikte yaşamaya başladık. Daha sonra aramızda anlaşmazlık oldu ve davalı ile ayrıldık. Davalı ile ayrıldığımız sırada hamileydim. İlgili evraklarımı eklerde sunuyorum. Davalı tarafından kızım küçük … tanınmamakta onun babası olduğuna kabul etmemektedir.
…
Çocuğum … tarihinde doğmuş olup işbu davayı 1 yıllık süre içerisinde açmış bulunmaktayım. Davalının kızımın kendi çocuğu olduğunu kabul etmemesi sebebiyle çocuğum ile davalı arasında soybağının kurulması için işbu davayı açma zorunluluğum hasıl olmuştur.
Nafaka Talebi Hk.
…
HUKUKİ SEBEPLER :TMK m.301 vd., HMK ve sair yasal mevzuat.
HUKUKİ DELİLLER : Nüfus kaydı, Doğum Belgesi, Adli Tıp Raporu, Tanık ve sair yasal delil.
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda açıklanan ve mahkemenizce re’sen gözetilecek olan sebeplerle: Davanın KABULÜ ile;
Davalının, küçük … babası olduğunun tespitine ve nüfus kütüğüne tesciline,
Küçük … lehine her yıl TEFE-ÜFE oranında artırılmak üzere dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte … TL tedbir nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine ve dava kesinleştikten sonra iştirak nafakası olarak devamına,
Yargılama ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini arz ve talep ederim. …/…/….
Sicil İptal Davası; TSK ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yapan personellerin amirleri tarafından almış oldukları sicillerin düşük verilmesi sebebiyle işbu sicilin iptalinin talep edildiği idari dava türüdür. Personellerin kademe ilerlemesinin yapılması, astsubay veya subaylığa geçiş, sözleşmenin devamı, yurtdışı görevleri, ödülleri, terfi işlemleri ve meleğe dair bir çok unsurda verilen sicillerin etkisi bulunmaktadır. Tüm bu sebeplerle TSK ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yapan personeller bakımından verilen sicil notlarının oldukça önemli olduğunu söylemek gerekir.
İdari yargıda dava türleri şunlardır:
İptal Davası
Tam Yargı Davası
İdari Sözleşmelerden Dolayı Taraflar Arasında Çıkan Uyuşmazlıklara İlişkin Davalar
Sicil iptal davası ise adından da anlaşılacağı üzere iptal davasıdır. Düşük sicil verilmesi bir idari işlem olduğunun İdare Mahkemesinde dava açılarak verilen bu sicilin, idari işlemin iptali istenir.
Subay Sicil Yönetmeliği m.5: “Sicil üstleri; emrialtındakiler hakkında sicil düzenlerken, üstlük ve komutanlığın en önemli olan özel yetkilerinden birini kullanırlar. Sicil üstleri; bu görevin önemini göz önünde tutarak, sicil belgelerindeki nitelikleri tam bir tarafsızlık, adalet ve vicdanî kanaatle değerlendirmekten sorumludurlar. Aksi durum, ehliyetli olmayanların lâyık olmadıkları rütbe ve makamlara yükselmelerini, dolayısıyla Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yetenekten yoksun kişilerin elinde görevini yapamaz duruma düşmesi sonucunu doğurur.”
Benzer düzenlemeler astsubay ve uzman erbaşlar için de mevcuttur. Bu sebeple sicillerin objektif kriterlere uyularak, eşit ve adil bir biçimde personeller arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin günlük eğitim ve çalışmalarını, tavır ve hareketlerini, disiplin ve itaati gibi hususları gözlemleyerek değerlendirmeleri gerekmektedir.
Uygulamada düşük verilen sicillerin iptali için açılan davalarda sıklıkla karşılaşılan iptal sebepleri şunlardır:
Önceki dönemlerde ve sonrasında verilen siciller arasında aşırı fark olması
Personele verilen sicillerin önceki dönemlere oranla aşırı düşük verilmesi iptal sebebi olarak görülebilmektedir. Şöyle ki; örneğin 2010’da 90, 2011’de 100, 2012’de 90 sicil notu verilen personele herhangi bir ceza veya idari soruşturması bulunmamasına rağmen 2013’te 60 sicil notu verilmesi verilen sicil notunun somut bilgi ve belge olmaksızın düşük verildiğini göstereceğinden ilgili sicil notuna ilişkin işlemin iptaline sebep olmaktadır.
İZMİR BÖLGE İDARE MAHKEMESİ 15.10.2020 TARİHLİ KARARI: “2019 yılında 1. ve 2. sicil üstlerince 100 olarak takdir edildiğinin görüldüğü, davacıya ilişkin evsaf bilgi kartında ayrıca dava konusu 2018 yılına ilişkin fiziki yeterlilik değerlendirme test sonucunun 5 yani “başarılı” olduğu, dava konusu sicil döneminden sonraki 2019 yılı sicil değerlendirmelerinde ise 100 olarak sicil notu değerlendirmesinin yapıldığı görüldüğü, bu durumda, sicile ilişkin ölçütler doğrultusunda dava konusu 2018 yılına ilişkin tesis edilen sicil işlemleri değerlendirildiğinde, dava konusu sicil işlemi öncesinde ve sonrasındaki yıllarda takdir edilen notlara göre dava konusu sicilde açık ve ani bir düşüşün bulunması ve bu düşüşü makul kılacak herhangi bir ceza ya da belgenin bulunmayışı ile dava konusu edilen sicil değerlendirmesi sonrasındaki değerlendirmelerde de sicil notunun üstün başarılı olduğu gözetildiğinde, herhangi bir somut tespit olmaksızın davacının genel sicil safahatine aykırı olacak şekilde 2018 yılı sicilinin 85,75 olarak değerlendirilen dava konusu sicil işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline”
GAZİANTEP BÖLGE İDARE MAHKEMESİ 13.11.2019 TARİHLİ KARARI: “15/01/2016 tarihinde mesaiye geç gelmesi nedeniyle hakkında 6413 sayılı TSK Disiplin Kanunu’nun ilgili maddesince ”uyarma” cezası verildiği; 21/03/2016 tarihinde ”amire saygısızlık” fiilini işlediğinden bahisle ”1/25 oranında aylıktan kesme” cezasının verildiği; 21/03/2016 tarihinde yine aynı amir tarafından ”mesai çizelgesine uymamak” fiili nedeniyle ”uyarma” cezası ile cezalandırılmasına ilişkin fiillerin 2016 yılı sicilinin menfi tertip edilmesini gerektirir disiplinsizlerden olmadığı, mahiyeti itibariyle söz konusu cezaların sicil tam notunun yüzde altmış (%60) ve daha aşağı verilmesini gerektirmeyeceği dikkate alındığında, 2016 sicil amirlerince %60’ın altında kalacak şekilde olumsuz sicil not takdir edilmesinde objektiflikten uzaklaşıldığı ve söz konusu durumun hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından, 2016 yılı sicil döneminde kademe ilerlemesi şartlarından olumlu sicil alma şartını sağlamayan davacı hakkında 3269 sayılı Kanunun 12. maddesinde düzenlenen bağlı yetki uyarınca tesis edilen sözleşmenin feshi işleminde hukuka uyarlık, aksi yönde verilen idare mahkemesi kararıda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”
İptali istenen düşük sicil notu verilen sicillerin Somut Bilgi ve Belgelere Dayanmaması
AYİM 1.D., 2000/776 Esas, 2000/886 Karar sayılı ilamı; “Yeni Astsubay Sicil Yönetmeliğindeki düzenlemeye göre, sicil belgesindeki niteliklerden yanına (*) işareti olan kıstasların işaretlenmemesi nedeniyle belge ekleme zorunluluğunun olmaması, bunun doğal sonucu olarak da davacının kademe ilerlemesi yapamayacak şekilde düşük takdir edilen sicilinin gerekçesiz olarak düzenlenebilmesi gibi bir sonuca hukukilik atfedilemeyeceğinden; söz konusu sicil hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.”
Tüm bunlara ek olarak Sicil Yönetmeliklerinde sicillerin nasıl tutulacağı usul ve esaslarıyla birlikte belirlendiğinden belgelerin incelenmesi ve usule aykırı durumların tespiti önem arz etmektedir. Nitekim İdare Mahkemesi tarafından verilen iptal sebeplerinden bazıları da “Yetkisiz üst tarafından sicil notu verilmiş olması”, “Sicil notunu veren sicil amirinin personel ile en az 3 ay çalışmamış olması” gibi sicil notunun verilmesinde usule ilişkin adımların tespiti de işlemin iptali bakımından önem arz etmektedir.
DAVA AÇARKEN SUNULACAK BELGELER
Her idari işlemin hukuka aykırılığının kendi özelinde değerlendirilmesi de gözetildiğinde dava açarken her olaya ilişkin olarak sunulacak delillerin, belgelerin farklı olabileceği unutulmamalıdır. Ancak genel olarak sunulabilecek belgeler şu şekildedir: Evsaf Bilgi Formu, Takdir Belgeleri, Yurtdışı Görevlendirmeleri, Üstün Başarıları vb.
SİCİL İPTAL DAVASI BAKIMINDAN GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
Sicil iptal davalarında görevli Mahkeme İdare Mahkemesidir. Yetkili Mahkeme ise İYUK m.33/3 uyarınca personelin görev yaptığı yer mahkemesidir.
Danıştay 2. D. 2017/4193 Esas, 2017/7730 Karar sayılı, 07.12.2017 tarihli ilamı: “Bu kapsamda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 33/3. maddesinde, “Kamu görevlilerinin görevle ilişkisinin kesilmesi sonucunu doğurmayan disiplin cezaları ile ilerleme, yükselme, sicil, intibak ve diğer özlük ve parasal hakları ve mahalli idarelerin organları ile bu organların üyelerinin geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmalarıyla ilgili davalarda yetkili mahkeme ilgilinin görevli bulunduğu yer idare mahkemesidir.” hükmüne yer verildiği görülmektedir.
Bu durumda; Giresun ili Çamoluk içesinde uzman jandarma olarak görev yapan davacı tarafından, 2010 ve 2016 yıllarına ilişkin sicillerinin iptali istemiyle açılan davaya konu uyuşmazlığın çözümünde, 2577 sayılı Kanunun 33/3. maddesi uyarınca, davacının görevli bulunduğu Giresun ilinin idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu Ordu İdare Mahkemesi yetkili bulunmaktadır.”
SİCİL İPTAL DAVALARINDA ZAMANAŞIMI
Personeller sıralamalarından sicillerinin düşük verildiğini anlamaktadırlar. Zira sicil belgelerinin gizli olması sebebiyle personeller almış oldukları sicil notlarını bilememektedirler. Bu sebeple de sicil iptal davaları bakımından zamanaşımı süresinin olmadığını söylemek gerekir. Ancak bazı idare mahkemeleri sıralamanın tebliğ tarihini sicil notunun tebliği olarak alarak davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle davayı reddedebilmektedirler. Bu sebeple de davanın kıdem sıralamasının öğrenildiği tarihten itibaren 60 gün içerisinde açılmasında yarar bulunmaktadır.
Askeri idare Mahkemelerinin kaldırılmasıyla uygulamada meydana gelen farklılıklardan biri de Askeri İdare Mahkemelerinde birden çok sicil dönemi verilen sicil notunun iptali tek dava dilekçesi ile talep edilebilirken halihazırda İdare Mahkemeleri tarafından her sicil dönemi verilen sicil notu için ayrı ayrı dava açılması gerektiği yönünde kararlar verilmektedir.
YARGILAMA USULÜ
İdari Yargılama Usulüne hakim olan ilkelerden biri de yazılılıktır. Sicil iptal davaları bakımından da yazılı yargılama usulü uygulanmaktadır. Dolayısıyla idari yargıda inceleme dosya üzerinden yapılacağından dilekçelerin hazırlanması daha önemli hale gelmektedir.
Yazılı yargılama usulünün istisnası ise duruşma talebidir. İYUK m.17’de ilk derecede tarafların talebi üzerine dosyanın tekemmül etmesiyle duruşma yapılacağı ve İYUK m.19’da duruşmadan sonra en geç 15 gün içerisinde karar verileceği düzenlenmiştir.
Sicil İptal Davası Dilekçe Örneği
…. NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
DAVACI :
VEKİLİ : Av. Esma KÜÇÜKALTUN (adres antettedir.)
DAVALI : İçişleri Bakanlığı
DAVA KONUSU : Jandarma Genel Komutanlığında …. olarak görev yapmakta olan davacıya ait 2019 yılı sicil notunun geçmiş yıllara nazaran daha düşük düzenlenmesine ilişkin idari işleminin iptali talebinden ibarettir.
Müvekkil ……, Jandarma Genel Komutanlığında ………… olarak görev yapmaktadır. Müvekkil, her sicil yılı içerisinde yayınlanan devre sıralamasında her yıl başlarda olduğunu görürken 2021 yılı içerisinde yayınlanan sıralamada, sırasının sonlara doğru düştüğünü görmüştür. İş bu durum müvekkil hakkında verilen 2021 yılı sicilinin geçen yıllara nazaran düşük verildiğini ortaya koymaktadır.
Müvekkilin görev yaptığı süre boyunca herhangi bir disiplin cezası dahi olmayıp müvekkilin safahatı başarılarla doludur. Görev yaptığı süreç içerisinde birçok kez takdir belgesi almıştır. (EK: Takdir Belgesi)
(Olayın kısaca özetlenerek sicil notunun düşük verilmesinin idari işlemin unsurları bakımından (yetki, şekil, sebep, konu, amaç) tek tek ayrıntılı olarak açıklanarak ilgili işlemin iptali talep edilmelidir.)
HUKUKİ DELİLLER :
HUKUKİ SEBEPLER :
SONUÇ VE İSTEM :
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Jandarma Genel Komutanlığında ….. olarak görev yapmakta olan davacıya ait 2019 yılı sicil notunun geçmiş yıllara nazaran daha düşük düzenlenmesine ilişkin idari işleminin iptali ile
2-Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı idare üzerinde bırakılmasına karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim.
Türk Medeni Kanunu’nda genel boşanma sebebi ve özel boşanma sebepleri düzenlenmiştir. Uygulamada boşanma davalarının genelinin TMK m.166’da düzenlenen -halk arasında şiddetli geçimsizlik olarak ifade edilen- evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı açıldığı görülmektedir. Bu yazımızda genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına değineceğiz.
TMK m.166/1:“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.”
Çekişmeli boşanma davası eşlerin boşanmanın hukuki sonuçları (nafaka, velayet, mal rejimi vb.) konusunda anlaşmaya varamamış olması sebebiyle açılan boşanma davasıdır. Zira Anlaşma halinde anlaşmalı boşanma davası açılarak (1 yıldan az süren evlilikler hariç) ortak hayata daha kısa sürede son verilebilmektedir. Buna ilişkin bkz: https://ucelhukukvedanismanlik.com/anlasmali-bosanma-davasi-ve-sartlari/
Ortak hayatın çekilmez hale geldiğini gösteren sebeplere, boşanma davasında kusur başlığı altında aşağıda değinilecektir.
2. BOŞANMA DAVASINDA KUSUR
Öncelikle belirtmek gerekir ki kusurlu eşin de boşanma davası açma hakkı vardır. Ancak burada önemli olan davalı eşin kusurunun daha ağır olması gerektiğidir. Zira TMK m.166/2’de: “Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
Bu düzenleme ile daha az kusurlu eşin açılan boşanma davasına itiraz hakkı olduğu belirtilmiştir. Uygulamada kural olarak daha az kusurlu eşin itirazı halinde açılan boşanma davası reddedilmektedir. Boşanma davasında kusurun belirlenmesinde etkili olan sebeplerden bazılarına kısaca değinilecektir.
Boşanma davasında eşin aşırı kıskanç olması, alkol bağımlılığının olması(başkaca unsurlarla birlikte), kumar bağımlılığının olması, Aşırı eğlenceye düşkün olması veya tam tersi asosyal olması, sık sık evi terk etmesi, ailesiyle görüştürmemesi, hakaret ve tehdit etmesi, Şiddet uygulaması (fiziksel, ekonomik, sözel veya psikolojik), boşanma sebebi olarak kabul edilebilir.
Yargıtay 2. HD., 2022/7994 Esas, 2023/57 Karar sayılı 10.02.2023 tarihli ilamında ilk derecek mahkemesi tarafından verilen kararın onanmasına karar verilmiştir: “karşı dava yönünden ise kadının, erkeğe aşağılayıcı sözler söylediği, geç vakitte arkadaşları ile birlikte eğlenmek için dışarı çıktığı, eşini yanında istemediği bu durumun dinlenen tanık beyanları ile sabit olduğu, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadının tam kusurlu olduğu, erkeğe yüklenecek kusurlu bir davranışın bulunmadığı, evlilik birliğinin sarsıldığı ve birliğin devamına olanak tanımayacak nitelikte bir geçimsizliğin bulunduğu gerekçesiyle karşı davanın kabulü ile tarafların 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 166 ncı maddesi gereğince boşanmalarına, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadının tam kusurlu olduğu ve kusurlu davranışının erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu dikkate alınarak erkek yararına 5.000,00 TL manevî tazminata karar verilmiştir.”
Yargıtay 2. HD., 2023/4957 Esas, 2023/3670 Karar sayılı ilamı: “karşı davalı kadının davalı karşı davacı erkeğin ailesine kötü sözler söyleyerek hakaretlerde bulunması, erkeğin ise kadına şiddet uygulaması, 2020 yılı Ağustos ayında tayin isteyerek ortak yaşama son vermesi, kadını yalnız bırakması nedeniyle kusurlu olduğu, geçimsizlikte davalı karşı davacı erkeğin ağır kadının az kusurlu olduğu gerekçesi ile; her iki davanın kabulü ile tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 166 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca boşanmalarına, şartları oluştuğundan kadın yararına 15.000,00 TL maddî, 15.000,00 TL manevî tazminatın davalı erkekten tahsil edilerek davacı kadına verilmesine,”
Alkol bağımlılığı tek başına boşanma sebebi teşkil etmeyebilir, çoğu zaman alkole bağlı başkaca sebepler aranır alkol alımı sonrasında eşe ve çocuklara kötü davranması gibi.
Yargıtay 2. HD. 2022/10686 E., 2023/1619 K. sayılı ilamı: “kadın tarafından erkeğe atfedilen kusurların ispatına elverişli olmadığı, erkeğe kusur olarak yüklenen alkol alma vakıası yönünden erkeğin alkol aldıktan sonra eşine ve çocuklarına olumsuz davranışları olduğuna yönelik beyanın bulunmadığı, alkol kullanmanın tek başına boşanma sebebi oluşturmayacağı, tarafların Akhisar İlçe Emniyet Amirliği’ndeki ifadelerinin incelenmesinden zina sebebine dayalı davanın, son eylemin öğrenildiği tarihten 6 ay geçtikten sonra açıldığı, kadının, eşinin erkek kardeşiyle duygusal ve cinsel birliktelik yaşadığı, bu hususun kadın tarafından ikrar edildiği, kadının kollukta alınan ifadesinde 2012 doğumlu …’nin eşinin kardeşiyle ortak çocuklarının olduğunu beyan ettiği, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verilen olaylarda sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi nedeniyle kadının tam kusurlu olduğu, erkeğe atfedilen kusurların ise ispatlanamadığı gerekçesi ile; asıl davanın reddine, erkeğin birleştirilen davası yönünden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 161 inci maddesine dayalı davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddine, erkeğin 4721 sayılı Kanun’un 166 ncı maddesinin birinci fıkrasına dayalı davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına,”
Kısaca boşanma davalarında kusur; yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere tarafların evlilik birliği içerisindeki yükümlülüklerine aykırı davranışları ile belirlenir.
3. BOŞANMA DAVALARINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
Anlaşma ve çekişmeli olduğuna bakılmaksızın boşanma davaları açısından görevli mahkeme aile mahkemeleridir.
Yetkili mahkeme ise TMK’da belirlenmiş olup TMK m.168: “Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.”
Dolayısıyla boşanma davası eşlerden herhangi birinin yerleşim yerinde açılabileceği gibi eşlerin son 6 aydan beri birlikte oturdukları yer aile mahkemesinde de açılabilir.
4. YARGILAMA USULÜ
Boşanma davaları yazılı yargılama usulüne göre görülmektedir. Dolayısıyla öninceleme aşaması davacı tarafından verilecek dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve davalı tarafından verilecek olan cevap dilekçesi, 2.cevap dilekçesi ile tamamlanmaktadır.
5. BOŞANMA DAVASINA KONU EDİLEN TALEPLER
Boşanma davası ile beraber başkaca taleplerde ileri sürülmektedir. Bunlar boşanma davası sonunda varsa ergin olmayan çocukların velayet talepleri, ergin olmayan çocuklar için iştirak nafakası talepleri, eş bakımından yoksulluk nafakası talepleri, maddi ve manevi tazminata konu olaylar varsa maddi ve manevi tazminat talepleridir. Eşler arasında mal rejiminin tasfiyesine ilişkin talepleri ise boşanma davası ile birlikte ileri sürülse dahi mahkemece tefrik kararı verilecek olup ayrı dosya numarası ile incelenecektir.
6. BOŞANMA DAVASINDA DELİLLER
Boşanma davalarında da dava açan taraf iddialarını ispatla mükelleftir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.190’da ispat yükü düzenlenmiştir: “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”
Dolayısıyla boşanma davalarında öncelikli olan tanık delili önem taşımakla birlikte iddiaların başkaca delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Tanık delili bakımından ise duyuma dayalı tanık beyanları genel olarak hükme esas alınmadığından tanıkların görgüye dayalı tanıklar olması önem arz etmektedir.
Ayrıca boşanma davaları özelinde aile nüfus kaydı, davacı/davalının ekonomik sosyal durum araştırması, POLNET üzerinden araç sorgulaması, TAKBİS üzerinden taşınmaz sorgulaması, Hangi bankada hesapları varsa bildirilerek mali durum araştırması, SGK kayıtları, Uzman raporu, Çocukların okul kayıtlarının istenilmesi gibi boşanma davasındaki iddialar bakımından dayanılabilecek birçok delil bulunmaktadır. Bu sebeple boşanma davaları bakımından müvekkil ile detaylı görüşme önem arz etmektedir.
7. 6284 SAYILI KANUN KAPSAMINDA TEDBİR TALEPLERİ
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da genel tedbir talepleri düzenlenmiş olup boşanma davası bakımından da davanın görüldüğü aile mahkemesinden talep edilebilmektedir.
6284 sayılı Kanun yalnızca Kadını koruyan bir Kanun olmayıp şiddet tehdidi altında bulunan herkesi koruyan bir Kanundur. Koruma tedbirleri Kanun’un 5.maddesinde düzenlenmiştir:
“Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:
a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.
b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.
c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.
ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.
e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.
f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.
g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi.
ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.
h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.
ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması.”
Uygulamada sıklıkla rastlanılan koruma tedbirleri koyu renkli olarak işaretlenmiştir. Koruma tedbirleri boşanma davaları bakımından önem arz etmektedir.
Randevu almak ve danışmak için dilerseniz kısaca konuyu açıklayarak bize 7/24 mail adresimiz üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi Türk Borçlar Kanunu m.611’de tanımlanmıştır:“Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir.”
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesinin tarafları bakım alacaklısı ve bakım borçlusudur. Bakım alacaklısı, kendisine bakılacak olan kişiyi; bakım borçlusu ise bakım alacaklısına bakmakla yükümlü olan kişiyi ifade eder.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi sağlararası bir işlemle (Borçlar Hukuku hükümleri uygulanır.) yapabileceği gibi ölüme bağlı tasarruf (miras sözleşmesi hükümleri uygulanır.) şeklinde de yapılabilir.
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Unsurları Nelerdir?
· Tarafların karşılıklı olarak borç altına girmesi
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ivazlı(karşılıklı) bir sözleşme olmasından dolayı taraflar karşılıklı olarak borç altına girmektedirler. İşbu sözleşmede bakım alacaklısı, bakım borçlusuna malvarlığı veya malvarlığı değerini devir borcu altına girerken bakım borçlusu ise bakım alacaklısına hayatı boyunca bakma, ihtiyaçlarını giderme borcu altına girmektedir.
Dolayısıyla gerçekte bağış amacıyla yapılan devirlerde ölünceye kadar bakma sözleşmesi söz konusu değildir.
· Süre sınırlamasının olmaması
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde bakım borçlusunun sınırlı süre bakım alacaklısına bakacağı hükme bağlanamaz. Diğer bir deyişle bakım borçlusu bakım alacaklısına hayatı boyunca bakmakla yükümlüdür. Aksi halde ölünceye kadar bakma sözleşmesinden bahsedilemeyecektir.
· Tarafların anlaşması
Son olarak sözleşmelerin özelliğinden kaynaklı olarak ölünceye kadar bakma sözleşmesinde de tarafların karşılıklı olarak anlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir. Diğer bir deyişle bakım borçlusunun bakım alacaklısının hayatı boyunca onun her türlü ihtiyacını gidererek ona bakacağı konusunda ve bakım alacaklısının da bir kısım malvarlığı veya malvarlığı değerini bakım borçlusuna devredeceği konusunda anlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir.
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Muvazaaya Dayalı Tapu İptali ve Tescil Talebi
Yargıtay kararları uyarınca mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmesinde de 01.04.1974 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında benimsenen ilkeler uygulama alanı bulacaktır.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde muvazaa iddiası üçe ayrılarak incelenmektedir:
Ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın eşi olması hali,
Ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın altsoyu olması hali
Ölünceye kadar bakma borçlusunun 3.kişi olması halidir.
Burada ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın eşi olması durumunda miras bırakanın özel olarak bakıma muhtaç olması durumu aranmaktadır. Bunun sebebi ise Medeni Kanun uyarınca eşlerin halihazırda birbirlerine bakma yükümlülüklerinin olmasıdır. Bunun dışında diğer iki durum için böyle bir koşul aranmamaktadır. Ancak bakım borçlusunun altsoy olması durumunda da Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2013/9933 Esas sayılı kararında altsoy bakımından miras bırakanın olağanüstü bakım ve gözetime ihtiyacı olmadığından bunun ahlaki görev kapsamında olduğu ifade edilerek devrin muvazaalı olduğuna karar verilmiştir.[1]
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi bakımından devrin muvazaalı olup olmadığının belirlenmesinde:
Miras bırakanın yaşı, sağlık durumu, fiziki hali, aile ortamı, sahip olduğu malvarlığı değeri, tasarrufta bulunduğu malvarlığı değerinin sahip olduğu malvarlığı değerine oranı, devredilen malvarlığı değerinin ölünceye kadar bakma sözleşmesi bakımından makul sınırı aşıp aşmadığı gibi kriterler değerlendirilmektedir.
Yargıtay bir kararında ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile malvarlığının büyük bir bölümünün devredilmiş olmasının muvazaalı bir devir olduğuna karar vermiştir:
“Somut olaya gelince, miras bırakanların tüm mal varlığına yakın bölümünü teşkil edecek nitelikteki eldeki davaya konu 13 adet taşınmazını davalılara ölünceye kadar bakım akdiyle temlik ettikleri kayden sabittir.
Somut bu olgu, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanlar Tahir ve Selimiye’nin ölünceye kadar bakma aktini daha az miktarda taşınmaz devrederek sağlama imkanı varken çok fazla sayıda taşınmazları temlik etmekteki gerçek iradelerinin aslında bakım sözleşmesi yapmak değil, diğer kız çocuğu olan mirasçıdan temliki yaptığı erkek çocuğuna ve gelinine mal kaçırmak amaçlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca, davalılar üzerinde bulunan taşınmazlar bakımından iptal- tescil davasının kabulüne, tazminat isteğine konu edilen 109 ada 183 parsel ve 137 ada 71 parseller bakımından tazminat davasının kabulüne, yargılama sırasında üçüncü kişiye devredilen 109 ada 169 ve 170 parsel sayılı taşınmazlar bakımından 1086 sayılı HUMK’nun 186. maddesi ( 6100 sayılı HMK’nın 125.maddesi ) uyarınca davacıya seçimlik hakkının hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken reddi yönünde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.”[2]
Görevli ve Yetkili Mahkeme
Ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı olarak muvazaa sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi olup yetkili mahkeme ise HMK uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.
Zamanaşımı
Muvazaaya dayalı olarak açılacak tapu iptal ve tescil davaları ayni bir hakka dayandığından zamanaşımına tabi değildir.
Randevu almak ve danışmak için -dilerseniz kısaca konuyu açıklayarak- bize 7/24 mail adresimiz üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com
[1] Yargıtay 1. HD 2021/387 Esas, 2021/6220 Karar sayılı 01.11.2021 tarihli ilamı: “Somut olaya gelince; yukarıda açıklanan ilkeler ve özetlenen dosya kapsamından çekişme konusu taşınmazların mirasbırakanın tüm malvarlığını teşkil ettiği, tanık …’in beyanı incelendiğinde yapılan satış işleminden menfaat elde ettiğinin anlaşıldığı, dolayısıyla mirasçı tanık …’in beyanına itibar edilemeyeceği, her ne kadar davalının annesine baktığından bahsedilmiş ise de; davalı eşinin 29.01.2015 tarihinden itibaren bakım ücreti almaya başladığı, olağanüstü bir bakım ve gözetime ihtiyacı olmayan mirasbırakana bakılmasının ahlaki görev kapsamında bulunduğu, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardaki paylarını mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak devrettiği sonucuna varılmaktadır.”
[2] Yargıtay 1.HD 2013/9933 E., 2013/9763 K. sayılı ilamı