ucelhukukburosu.1@gmail.com

BABALIK DAVASI

Soybağının kurulmasına ilişkin hükümler TMK m.282 vd. düzenlenmiştir. TMK m.282/1’e göre ana ile soybağı doğumla birlikte kurulmaktadır. Ancak baba ile çocuk arasındaki soybağı kendiliğinden kurulmamaktadır. İlgili maddde uyarınca baba ile çocuk arasındaki bağ aşağıdaki şekillerde kurulabilir:

  • Ana ile evlilik
  • Tanıma
  • Hakim hükmü

Ana ile babanın evlilik birliği içerisinde veya boşanmış olsa bile çocuğun iddet süresi içerisinde doğan çocuk ile baba arasında soybağı kurulur. Ancak burada önemli olan husus evlilik birliği dışında doğmuş olan çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasıdır.

Ana ile babanın çocuk doğduktan sonra evlenerek bu durumu nüfusa bildirmeleri veya babanın resmi bir şekilde (nüfus memuru, Noter, Mahkeme veya Konsolos) tanıma beyanında bulunarak çocuk ile soybağının kurulması mümkündür. Ancak bazı hallerde çocuk baba tarafından iradi olarak tanınmamaktadır. Bu durumda ana veya çocuğun açacağı bir dava (babalık davası) ile baba ile soybağının kurulması mümkündür. Bu davada çocuğun ve davalı babanın DNA örnekleri alınarak Adli Tıp Kurumu tarafından incelenecek ve davalı babanın çocuğun biyolojik babası olup olmadığı bu yolla tespit edilebilecektir. Davalı babanın DNA örneği vermek istememesi halinde ise HMK soybağı tespiti için inceleme başlıklı 292.maddesi uyarınca hakim tarafından incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verilecektir.

Kimler Dava açabilir?

TMK m.301: “Çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuk isteyebilirler.”

Madde hükmünden anlaşılacağı üzere babalık davası anne veya çocuk tarafından açılabilmektedir. Dava anne ve çocuk tarafından ayrı ayrı açılabileceği gibi birlikte de açılabilecektir. Bunun sonucu olarak davalardan biri için verilen karar diğeri için bağlayıcı nitelikte olmayacağı gibi tarafların kendi davalarından vazgeçmesi, feragat etmesi gibi durumlar diğerinin davasını etkilemeyecektir.

Dava Kime/Kimlere Karşı Açılabilir?

TMK m.301/2: “Dava babaya, baba ölmüşse mirasçılarına karşı açılır.”

Çocuk ile baba arasında soybağının kurulması halinde çocuk babaya mirasçı olacağından babanın ölümü halinde davanın mirasçılarına yöneltilmesi gerekmektedir.

Anne tarafından Açılan babalık davası aşağıdaki kişi ve kurumlara ihbar edilir:

  • Cumhuriyet Savcısı
  • Hazine
  • Kayyım

Kayyım tarafından Açılan babalık davası aşağıdaki kişi ve kurumlara ihbar edilir:

  • Cumhuriyet Savcısı
  • Hazine
  • Anne

(Çocuğun reşit olmaması halinde dava çocuk adına mahkeme tarafından atanacak kayyım tarafından açılabilecektir.)

Karineler

Kanun’da çocuğun baba ile soybağının kurulması bakımından karineler düzenlenmiştir. Normal şartlarda baba ile soybağının kurulması noktasında babalık davası açan tarafından çocuğun davalı babanın çocuğu olduğunu ispatlaması gerekmektedir. Karineler bu anlamda ispat yükünü ters çevirmekte ve aksi ispat edilmediği sürece çocuğun davalı babanın çocuğu olduğu kabul edilmektedir.

  1. TMK m.302/1: “Davalının, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olması, babalığa karine sayılır.”
  2. TMK m.302/2: “Bu sürenin dışında olsa bile fiilî gebe kalma döneminde davalının ana ile cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilirse aynı karine geçerli olur.”

Bu karinelerin geçersiz olması için TMK m.302/3 uyarınca davalı babanın; çocuğun kendisinden olmasının olanaksız olduğunu veya üçüncü bir kişinin baba olma olasılığının kendisininkinden fazla olduğunu ispat etmesi gerekmektedir.

Hak Düşürücü Süre

TMK m.303: “Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı, doğumdan başlayarak bir yıl geçmekle düşer.”

Çocuk tarafından açılacak olan babalık davasında hak düşürücü süre bulunmamaktadır. Çocuk tarafından dava her zaman açılabilir. Ancak anne tarafından açılacak olan babalık davası çocuğun doğumundan itibaren 1 yıl içerisinde açılmalıdır.

Babalık davası açılabilmesi için çocuğun başka biriyle kurulmuş soybağının olmaması gerekmektedir. Eğer çocuğun başka bir erkekle kurulmuş soybağı varsa öncelikle bu ilişkinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu sebeple de anne tarafından açılacak davada 1 yıllık hak düşürücü süre bu ilişkinin ortadan kalktığından tarihte işlemeye başlayacaktır.

Ayrıca anne tarafından haklı sebeplerle davanın süresi içerisinde açılamamış olması halinde ise TMK m.303/3 uyarınca gecikmeyi haklı kılacak sebeplerin ortadan kalkmasından itibaren 1 ay içerisinde dava açılabilecektir.

Neler Talep Edilebilir?

Babalık davasında TMK m.304 uyarınca annenin mali hakları düzenlenmiştir. Buna göre babalık davası ile biirlikte veya ayrı olarak:

1. Doğum giderleri,

2. Doğumdan önceki ve sonraki altışar haftalık geçim giderleri,

3. Gebelik ve doğumun gerektirdiği diğer giderler talep edilebilecektir.

Çocuğun ölümü halinde dahi bu giderlerin istenebilmesi mümkündür. Ancak Üçüncü kişiler veya sosyal güvenlik kuruluşlarınca yapılan ödemeler tazminattan indirilecektir.

Bununla birlikte babalık davası sonucunda baba ile çocuk arasında soybağı kurulması istendiğinden çocuk için nafaka talep edilebilmesi de mümkündür.

Yetkili ve Görevli Mahkeme

Babalık davasında görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise çocuğun doğduğu andaki yerleşim yeri veya davanın taraflarından birinin yerleşim yeri mahkemesidir.

Babalık davasının ihbarı, delilerin sunulması, davada dikkat edilmesi gereken süreler vb. birçok durumun takibi bakımından sürecin bir avukat ile yürütülmesi daha sağlıklı olacaktır.

… NÖBETÇİ AİLE MAHKEMESİNE

DAVACI              : (Ad Soyad -TC)

                                 (Adres)

DAVALI               : (Ad Soyad -TC)

                                 (Adres)

KONU                 : Babalığın hükmen tayini, nafaka ve tazminat talebine ilişkindir.

AÇIKLAMALAR               :

Davalı … İle internet üzerinden tanıştık ve ilişkimiz başladı. Davalı ile evleneceğimiz düşüncesi ile birlikte yaşamaya başladık. Daha sonra aramızda anlaşmazlık oldu ve davalı ile ayrıldık. Davalı ile ayrıldığımız sırada hamileydim. İlgili evraklarımı eklerde sunuyorum. Davalı tarafından kızım küçük … tanınmamakta onun babası olduğuna kabul etmemektedir.

Çocuğum … tarihinde doğmuş olup işbu davayı 1 yıllık süre içerisinde açmış bulunmaktayım. Davalının kızımın kendi çocuğu olduğunu kabul etmemesi sebebiyle çocuğum ile davalı arasında soybağının kurulması için işbu davayı açma zorunluluğum hasıl olmuştur.

Nafaka Talebi Hk.

HUKUKİ SEBEPLER       :TMK m.301 vd., HMK ve sair yasal mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER         : Nüfus kaydı, Doğum Belgesi, Adli Tıp Raporu, Tanık ve sair yasal delil.

SONUÇ VE İSTEM          :

Yukarıda açıklanan ve mahkemenizce re’sen gözetilecek olan sebeplerle: Davanın KABULÜ ile;

  1. Davalının, küçük … babası olduğunun tespitine ve nüfus kütüğüne tesciline,
  2. Küçük … lehine her yıl  TEFE-ÜFE oranında artırılmak üzere dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte … TL tedbir nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine ve dava kesinleştikten sonra iştirak nafakası olarak devamına,
  3. Yargılama ve vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini arz ve talep ederim. …/…/….

DAVACI

EKLER:

SİCİL İPTAL DAVASI

İÇİNDEKİLER

Sicil İptal Davası Nedir
Uygulamada Sıklıkla Karşılaşılan Sebepler Nelerdir
Dava Açarken Sunulacak Belgeler
Sicil İptal Davası Bakımından Görevli ve Yetkili Mahkeme
Sicil İptal Davalarında Zamanaşımı
Yargılama Usulü
Sicil İptal Davası Dilekçe Örneği

SİCİL İPTAL DAVASI NEDİR?

FAQ 2

Sicil İptal Davası; TSK ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yapan personellerin amirleri tarafından almış oldukları sicillerin düşük verilmesi sebebiyle işbu sicilin iptalinin talep edildiği idari dava türüdür. Personellerin kademe ilerlemesinin yapılması, astsubay veya subaylığa geçiş, sözleşmenin devamı, yurtdışı görevleri, ödülleri, terfi işlemleri ve meleğe dair bir çok unsurda verilen sicillerin etkisi bulunmaktadır. Tüm bu sebeplerle TSK ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde görev yapan personeller bakımından verilen sicil notlarının oldukça önemli olduğunu söylemek gerekir.

İdari yargıda dava türleri şunlardır:

  1. İptal Davası
  2. Tam Yargı Davası
  3. İdari Sözleşmelerden Dolayı Taraflar Arasında Çıkan Uyuşmazlıklara İlişkin Davalar

Sicil iptal davası ise adından da anlaşılacağı üzere iptal davasıdır. Düşük sicil verilmesi bir idari işlem olduğunun İdare Mahkemesinde dava açılarak verilen bu sicilin, idari işlemin iptali istenir.

UYGULAMADA SIKLIKLA KARŞILAŞILAN SEBEPLER NELERDİR?

Subay Sicil Yönetmeliği m.5: “Sicil üstleri; emrialtındakiler hakkında sicil düzenlerken, üstlük ve komutanlığın en önemli olan özel yetkilerinden birini kullanırlar. Sicil üstleri; bu görevin önemini göz önünde tutarak, sicil belgelerindeki nitelikleri tam bir tarafsızlık, adalet ve vicdanî kanaatle değerlendirmekten sorumludurlar. Aksi durum, ehliyetli olmayanların lâyık olmadıkları rütbe ve makamlara yükselmelerini, dolayısıyla Türk Silâhlı Kuvvetlerinin yetenekten yoksun kişilerin elinde görevini yapamaz duruma düşmesi sonucunu doğurur.”

Benzer düzenlemeler astsubay ve uzman erbaşlar için de mevcuttur. Bu sebeple sicillerin objektif kriterlere uyularak, eşit ve adil bir biçimde personeller arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin günlük eğitim ve çalışmalarını, tavır ve hareketlerini, disiplin ve itaati gibi hususları gözlemleyerek değerlendirmeleri gerekmektedir.

Uygulamada düşük verilen sicillerin iptali için açılan davalarda sıklıkla karşılaşılan iptal sebepleri şunlardır:

  • Önceki dönemlerde ve sonrasında verilen siciller arasında aşırı fark olması

Personele verilen sicillerin önceki dönemlere oranla aşırı düşük verilmesi iptal sebebi olarak görülebilmektedir. Şöyle ki; örneğin 2010’da 90, 2011’de 100, 2012’de 90 sicil notu verilen personele herhangi bir ceza veya idari soruşturması bulunmamasına rağmen 2013’te 60 sicil notu verilmesi verilen sicil notunun somut bilgi ve belge olmaksızın düşük verildiğini göstereceğinden ilgili sicil notuna ilişkin işlemin iptaline sebep olmaktadır.

İZMİR BÖLGE İDARE MAHKEMESİ 15.10.2020 TARİHLİ KARARI: “2019 yılında 1. ve 2. sicil üstlerince 100 olarak takdir edildiğinin görüldüğü, davacıya ilişkin evsaf bilgi kartında ayrıca dava konusu 2018 yılına ilişkin fiziki yeterlilik değerlendirme test sonucunun 5 yani “başarılı” olduğu, dava konusu sicil döneminden sonraki 2019 yılı sicil değerlendirmelerinde ise 100 olarak sicil notu değerlendirmesinin yapıldığı görüldüğü, bu durumda, sicile ilişkin ölçütler doğrultusunda dava konusu 2018 yılına ilişkin tesis edilen sicil işlemleri değerlendirildiğinde, dava konusu sicil işlemi öncesinde ve sonrasındaki yıllarda takdir edilen notlara göre dava konusu sicilde açık ve ani bir düşüşün bulunması ve bu düşüşü makul kılacak herhangi bir ceza ya da belgenin bulunmayışı ile dava konusu edilen sicil değerlendirmesi sonrasındaki değerlendirmelerde de sicil notunun üstün başarılı olduğu gözetildiğinde, herhangi bir somut tespit olmaksızın davacının genel sicil safahatine aykırı olacak şekilde 2018 yılı sicilinin 85,75 olarak değerlendirilen dava konusu sicil işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline”

  • İptali İstenen Sicil Notunun Objektif Kriterlere Uyulmadan Verilmesi/Sicil Notu Verilirken Kriterlerin İşaretlenmemesi

GAZİANTEP BÖLGE İDARE MAHKEMESİ 13.11.2019 TARİHLİ KARARI: “15/01/2016 tarihinde mesaiye geç gelmesi nedeniyle hakkında 6413 sayılı TSK Disiplin Kanunu’nun ilgili maddesince ”uyarma” cezası verildiği; 21/03/2016 tarihinde ”amire saygısızlık” fiilini işlediğinden bahisle ”1/25 oranında aylıktan kesme” cezasının verildiği; 21/03/2016 tarihinde yine aynı amir tarafından ”mesai çizelgesine uymamak” fiili nedeniyle ”uyarma” cezası ile cezalandırılmasına ilişkin fiillerin 2016 yılı sicilinin menfi tertip edilmesini gerektirir disiplinsizlerden olmadığı, mahiyeti itibariyle söz konusu cezaların sicil tam notunun yüzde altmış (%60) ve daha aşağı verilmesini gerektirmeyeceği dikkate alındığında, 2016 sicil amirlerince %60’ın altında kalacak şekilde olumsuz sicil not takdir edilmesinde objektiflikten uzaklaşıldığı ve söz konusu durumun hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşıldığından, 2016 yılı sicil döneminde kademe ilerlemesi şartlarından olumlu sicil alma şartını sağlamayan davacı hakkında 3269 sayılı Kanunun 12. maddesinde düzenlenen bağlı yetki uyarınca tesis edilen sözleşmenin feshi işleminde hukuka uyarlık, aksi yönde verilen idare mahkemesi kararıda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

  • İptali istenen düşük sicil notu verilen sicillerin Somut Bilgi ve Belgelere Dayanmaması

AYİM 1.D., 2000/776 Esas, 2000/886 Karar sayılı ilamı; “Yeni Astsubay Sicil Yönetmeliğindeki düzenlemeye göre, sicil belgesindeki niteliklerden yanına (*) işareti olan kıstasların işaretlenmemesi nedeniyle belge ekleme zorunluluğunun olmaması, bunun doğal sonucu olarak da davacının kademe ilerlemesi yapamayacak şekilde düşük takdir edilen sicilinin gerekçesiz olarak düzenlenebilmesi gibi bir sonuca hukukilik atfedilemeyeceğinden; söz konusu sicil hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.”

Tüm bunlara ek olarak Sicil Yönetmeliklerinde sicillerin nasıl tutulacağı usul ve esaslarıyla birlikte belirlendiğinden belgelerin incelenmesi ve usule aykırı durumların tespiti önem arz etmektedir. Nitekim İdare Mahkemesi tarafından verilen iptal sebeplerinden bazıları da “Yetkisiz üst tarafından sicil notu verilmiş olması”, “Sicil notunu veren sicil amirinin personel ile en az 3 ay çalışmamış olması” gibi sicil notunun verilmesinde usule ilişkin adımların tespiti de işlemin iptali bakımından önem arz etmektedir.

DAVA AÇARKEN SUNULACAK BELGELER

          Her idari işlemin hukuka aykırılığının kendi özelinde değerlendirilmesi de gözetildiğinde dava açarken her olaya ilişkin olarak sunulacak delillerin, belgelerin farklı olabileceği unutulmamalıdır. Ancak genel olarak sunulabilecek belgeler şu şekildedir: Evsaf Bilgi Formu, Takdir Belgeleri, Yurtdışı Görevlendirmeleri, Üstün Başarıları vb.

SİCİL İPTAL DAVASI BAKIMINDAN GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Sicil iptal davalarında görevli Mahkeme İdare Mahkemesidir. Yetkili Mahkeme ise İYUK m.33/3 uyarınca personelin görev yaptığı yer mahkemesidir.

Danıştay 2. D. 2017/4193 Esas, 2017/7730 Karar sayılı, 07.12.2017 tarihli ilamı: “Bu kapsamda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 33/3. maddesinde, “Kamu görevlilerinin görevle ilişkisinin kesilmesi sonucunu doğurmayan disiplin cezaları ile ilerleme, yükselme, sicil, intibak ve diğer özlük ve parasal hakları ve mahalli idarelerin organları ile bu organların üyelerinin geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmalarıyla ilgili davalarda yetkili mahkeme ilgilinin görevli bulunduğu yer idare mahkemesidir.” hükmüne yer verildiği görülmektedir.

Bu durumda; Giresun ili Çamoluk içesinde uzman jandarma olarak görev yapan davacı tarafından, 2010 ve 2016 yıllarına ilişkin sicillerinin iptali istemiyle açılan davaya konu uyuşmazlığın çözümünde, 2577 sayılı Kanunun 33/3. maddesi uyarınca, davacının görevli bulunduğu Giresun ilinin idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu Ordu İdare Mahkemesi yetkili bulunmaktadır.”

SİCİL İPTAL DAVALARINDA ZAMANAŞIMI

Personeller sıralamalarından sicillerinin düşük verildiğini anlamaktadırlar. Zira sicil belgelerinin gizli olması sebebiyle personeller almış oldukları sicil notlarını bilememektedirler. Bu sebeple de sicil iptal davaları bakımından zamanaşımı süresinin olmadığını söylemek gerekir. Ancak bazı idare mahkemeleri sıralamanın tebliğ tarihini sicil notunun tebliği olarak alarak davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle davayı reddedebilmektedirler. Bu sebeple de davanın kıdem sıralamasının öğrenildiği tarihten itibaren 60 gün içerisinde açılmasında yarar bulunmaktadır.

Askeri idare Mahkemelerinin kaldırılmasıyla uygulamada meydana gelen farklılıklardan biri de Askeri İdare Mahkemelerinde birden çok sicil dönemi verilen sicil notunun iptali tek dava dilekçesi ile talep edilebilirken halihazırda İdare Mahkemeleri tarafından her sicil dönemi verilen sicil notu için ayrı ayrı dava açılması gerektiği yönünde kararlar verilmektedir.

YARGILAMA USULÜ

İdari Yargılama Usulüne hakim olan ilkelerden biri de yazılılıktır. Sicil iptal davaları bakımından da yazılı yargılama usulü uygulanmaktadır. Dolayısıyla idari yargıda inceleme dosya üzerinden yapılacağından dilekçelerin hazırlanması daha önemli hale gelmektedir.

Yazılı yargılama usulünün istisnası ise duruşma talebidir. İYUK m.17’de ilk derecede tarafların talebi üzerine dosyanın tekemmül etmesiyle duruşma yapılacağı ve İYUK m.19’da duruşmadan sonra en geç 15 gün içerisinde karar verileceği düzenlenmiştir.

Sicil İptal Davası Dilekçe Örneği

…. NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

DAVACI                     :

VEKİLİ                       : Av. Esma KÜÇÜKALTUN (adres antettedir.)

DAVALI                      : İçişleri Bakanlığı

DAVA KONUSU : Jandarma Genel Komutanlığında …. olarak görev yapmakta olan davacıya ait 2019 yılı sicil notunun geçmiş yıllara nazaran daha düşük düzenlenmesine ilişkin idari işleminin iptali talebinden ibarettir.

İDARİ İŞLEMİN TEBLİĞ EDİLDİĞİ TARİH: Tebliğ edilmemiştir.

AÇIKLAMALAR  :

Müvekkil ……,  Jandarma Genel Komutanlığında ………… olarak görev yapmaktadır. Müvekkil, her sicil yılı içerisinde yayınlanan devre sıralamasında her yıl başlarda olduğunu görürken  2021 yılı içerisinde yayınlanan sıralamada, sırasının sonlara doğru düştüğünü görmüştür. İş bu durum müvekkil hakkında verilen 2021 yılı sicilinin geçen yıllara nazaran düşük verildiğini ortaya koymaktadır.

Müvekkilin görev yaptığı süre boyunca herhangi bir disiplin cezası dahi olmayıp müvekkilin safahatı başarılarla doludur. Görev yaptığı süreç içerisinde birçok kez takdir belgesi almıştır. (EK: Takdir Belgesi)

(Olayın kısaca özetlenerek sicil notunun düşük verilmesinin idari işlemin unsurları bakımından (yetki, şekil, sebep, konu, amaç) tek tek ayrıntılı olarak açıklanarak ilgili işlemin iptali talep edilmelidir.)

HUKUKİ DELİLLER      :

HUKUKİ SEBEPLER     :

SONUÇ VE İSTEM       :

          Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Jandarma Genel Komutanlığında ….. olarak görev yapmakta olan davacıya ait 2019 yılı sicil notunun geçmiş yıllara nazaran daha düşük düzenlenmesine ilişkin idari işleminin iptali ile

2-Yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalı idare üzerinde bırakılmasına karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederim.

DAVACI VEKİLİ

Av. Esma KÜÇÜKALTUN

ÇEKİŞMELİ BOŞANMA DAVASI

İÇİNDEKİLER

1.     ÇEKİŞMELİ BOŞANMA DAVASI NEDİR?

Türk Medeni Kanunu’nda genel boşanma sebebi ve özel boşanma sebepleri düzenlenmiştir. Uygulamada boşanma davalarının genelinin TMK m.166’da düzenlenen -halk arasında şiddetli geçimsizlik olarak ifade edilen- evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebine dayalı açıldığı görülmektedir. Bu yazımızda genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına değineceğiz.

TMK m.166/1: “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.”

Çekişmeli boşanma davası eşlerin boşanmanın hukuki sonuçları (nafaka, velayet, mal rejimi vb.) konusunda anlaşmaya varamamış olması sebebiyle açılan boşanma davasıdır. Zira Anlaşma halinde anlaşmalı boşanma davası açılarak (1 yıldan az süren evlilikler hariç) ortak hayata daha kısa sürede son verilebilmektedir. Buna ilişkin bkz: https://ucelhukukvedanismanlik.com/anlasmali-bosanma-davasi-ve-sartlari/

Ortak hayatın çekilmez hale geldiğini gösteren sebeplere, boşanma davasında kusur başlığı altında aşağıda değinilecektir.

2.     BOŞANMA DAVASINDA KUSUR

            Öncelikle belirtmek gerekir ki kusurlu eşin de boşanma davası açma hakkı vardır. Ancak burada önemli olan davalı eşin kusurunun daha ağır olması gerektiğidir. Zira TMK m.166/2’de: “Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” düzenlemesi yer almaktadır.

Bu düzenleme ile daha az kusurlu eşin açılan boşanma davasına itiraz hakkı olduğu belirtilmiştir. Uygulamada kural olarak daha az kusurlu eşin itirazı halinde açılan boşanma davası reddedilmektedir. Boşanma davasında kusurun belirlenmesinde etkili olan sebeplerden bazılarına kısaca değinilecektir.

Boşanma davasında eşin aşırı kıskanç olması, alkol bağımlılığının olması(başkaca unsurlarla birlikte), kumar bağımlılığının olması, Aşırı eğlenceye düşkün olması veya tam tersi asosyal olması, sık sık evi terk etmesi, ailesiyle görüştürmemesi, hakaret ve tehdit etmesi, Şiddet uygulaması (fiziksel, ekonomik, sözel veya psikolojik), boşanma sebebi olarak kabul edilebilir.

Yargıtay 2. HD., 2022/7994 Esas, 2023/57 Karar sayılı 10.02.2023 tarihli ilamında ilk derecek mahkemesi tarafından verilen kararın onanmasına karar verilmiştir: “karşı dava yönünden ise kadının, erkeğe aşağılayıcı sözler söylediği, geç vakitte arkadaşları ile birlikte eğlenmek için dışarı çıktığı, eşini yanında istemediği bu durumun dinlenen tanık beyanları ile sabit olduğu, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadının tam kusurlu olduğu, erkeğe yüklenecek kusurlu bir davranışın bulunmadığı, evlilik birliğinin sarsıldığı ve birliğin devamına olanak tanımayacak nitelikte bir geçimsizliğin bulunduğu gerekçesiyle karşı davanın kabulü ile tarafların 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 166 ncı maddesi gereğince boşanmalarına, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadının tam kusurlu olduğu ve kusurlu davranışının erkeğin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu dikkate alınarak erkek yararına 5.000,00 TL manevî tazminata karar verilmiştir.”

Yargıtay 2. HD., 2023/4957 Esas, 2023/3670 Karar sayılı ilamı: karşı davalı kadının davalı karşı davacı erkeğin ailesine kötü sözler söyleyerek hakaretlerde bulunması, erkeğin ise kadına şiddet uygulaması, 2020 yılı Ağustos ayında tayin isteyerek ortak yaşama son vermesi, kadını yalnız bırakması nedeniyle kusurlu olduğu, geçimsizlikte davalı karşı davacı erkeğin ağır kadının az kusurlu olduğu gerekçesi ile; her iki davanın kabulü ile tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 166 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca boşanmalarına, şartları oluştuğundan kadın yararına 15.000,00 TL maddî, 15.000,00 TL manevî tazminatın davalı erkekten tahsil edilerek davacı kadına verilmesine,”

Alkol bağımlılığı tek başına boşanma sebebi teşkil etmeyebilir, çoğu zaman alkole bağlı başkaca sebepler aranır alkol alımı sonrasında eşe ve çocuklara kötü davranması gibi.

Yargıtay 2. HD. 2022/10686 E., 2023/1619 K. sayılı ilamı: “kadın tarafından erkeğe atfedilen kusurların ispatına elverişli olmadığı, erkeğe kusur olarak yüklenen alkol alma vakıası yönünden erkeğin alkol aldıktan sonra eşine ve çocuklarına olumsuz davranışları olduğuna yönelik beyanın bulunmadığı, alkol kullanmanın tek başına boşanma sebebi oluşturmayacağı, tarafların Akhisar İlçe Emniyet Amirliği’ndeki ifadelerinin incelenmesinden zina sebebine dayalı davanın, son eylemin öğrenildiği tarihten 6 ay geçtikten sonra açıldığı, kadının, eşinin erkek kardeşiyle duygusal ve cinsel birliktelik yaşadığı, bu hususun kadın tarafından ikrar edildiği, kadının kollukta alınan ifadesinde 2012 doğumlu …’nin eşinin kardeşiyle ortak çocuklarının olduğunu beyan ettiği, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebebiyet verilen olaylarda sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi nedeniyle kadının tam kusurlu olduğu, erkeğe atfedilen kusurların ise ispatlanamadığı gerekçesi ile; asıl davanın reddine, erkeğin birleştirilen davası yönünden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 161 inci maddesine dayalı davasının hak düşürücü süre nedeniyle reddine, erkeğin 4721 sayılı Kanun’un 166 ncı maddesinin birinci fıkrasına dayalı davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına,”

Kısaca boşanma davalarında kusur; yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere tarafların evlilik birliği içerisindeki yükümlülüklerine aykırı davranışları ile belirlenir.

3.     BOŞANMA DAVALARINDA GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Anlaşma ve çekişmeli olduğuna bakılmaksızın boşanma davaları açısından görevli mahkeme aile mahkemeleridir.

Yetkili mahkeme ise TMK’da belirlenmiş olup TMK m.168: Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.”

Dolayısıyla boşanma davası eşlerden herhangi birinin yerleşim yerinde açılabileceği gibi eşlerin son 6 aydan beri birlikte oturdukları yer aile mahkemesinde de açılabilir.

4.     YARGILAMA USULÜ

Boşanma davaları yazılı yargılama usulüne göre görülmektedir. Dolayısıyla öninceleme aşaması davacı tarafından verilecek dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve davalı tarafından verilecek olan cevap dilekçesi, 2.cevap dilekçesi ile tamamlanmaktadır.

5.     BOŞANMA DAVASINA KONU EDİLEN TALEPLER

Boşanma davası ile beraber başkaca taleplerde ileri sürülmektedir. Bunlar boşanma davası sonunda varsa ergin olmayan çocukların velayet talepleri, ergin olmayan çocuklar için iştirak nafakası talepleri, eş bakımından yoksulluk nafakası talepleri, maddi ve manevi tazminata konu olaylar varsa maddi ve manevi tazminat talepleridir. Eşler arasında mal rejiminin tasfiyesine ilişkin talepleri ise boşanma davası ile birlikte ileri sürülse dahi mahkemece tefrik kararı verilecek olup ayrı dosya numarası ile incelenecektir.

6.     BOŞANMA DAVASINDA DELİLLER

Boşanma davalarında da dava açan taraf iddialarını ispatla mükelleftir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.190’da ispat yükü düzenlenmiştir: İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”

Dolayısıyla boşanma davalarında öncelikli olan tanık delili önem taşımakla birlikte iddiaların başkaca delillerle desteklenmesi gerekmektedir. Tanık delili bakımından ise duyuma dayalı tanık beyanları genel olarak hükme esas alınmadığından tanıkların görgüye dayalı tanıklar olması önem arz etmektedir.

Ayrıca boşanma davaları özelinde aile nüfus kaydı, davacı/davalının ekonomik sosyal durum araştırması, POLNET üzerinden araç sorgulaması, TAKBİS üzerinden taşınmaz sorgulaması, Hangi bankada hesapları varsa bildirilerek mali durum araştırması, SGK kayıtları, Uzman raporu, Çocukların okul kayıtlarının istenilmesi gibi boşanma davasındaki iddialar bakımından dayanılabilecek birçok delil bulunmaktadır. Bu sebeple boşanma davaları bakımından müvekkil ile detaylı görüşme önem arz etmektedir.

7.     6284 SAYILI KANUN KAPSAMINDA TEDBİR TALEPLERİ

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da genel tedbir talepleri düzenlenmiş olup boşanma davası bakımından da davanın görüldüğü aile mahkemesinden talep edilebilmektedir.

6284 sayılı Kanun yalnızca Kadını koruyan bir Kanun olmayıp şiddet tehdidi altında bulunan herkesi koruyan bir Kanundur. Koruma tedbirleri Kanun’un 5.maddesinde düzenlenmiştir:

“Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:

a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.

b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.

c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.

ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.

d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.

e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.

f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.

g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi.

ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.

h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.

ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması.”

Uygulamada sıklıkla rastlanılan koruma tedbirleri koyu renkli olarak işaretlenmiştir. Koruma tedbirleri boşanma davaları bakımından önem arz etmektedir.

Randevu almak ve danışmak için dilerseniz kısaca konuyu açıklayarak bize 7/24 mail adresimiz üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com

ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA SÖZLEŞMESİ

İÇİNDEKİLER

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nedir?

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Unsurları Nelerdir?

·        Tarafların karşılıklı olarak borç altına girmesi
·        Süre sınırlamasının olmaması
·        Tarafların anlaşması

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Muvazaaya Dayalı Tapu İptali ve Tescil Talebi

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Zamanaşımı

Health Care 2

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi Nedir?

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi Türk Borçlar Kanunu m.611’de tanımlanmıştır: “Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir.”

Tanımdan da anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesinin tarafları bakım alacaklısı ve bakım borçlusudur. Bakım alacaklısı, kendisine bakılacak olan kişiyi; bakım borçlusu ise bakım alacaklısına bakmakla yükümlü olan kişiyi ifade eder.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi sağlararası bir işlemle (Borçlar Hukuku hükümleri uygulanır.) yapabileceği gibi ölüme bağlı tasarruf (miras sözleşmesi hükümleri uygulanır.) şeklinde de yapılabilir.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Unsurları Nelerdir?

·        Tarafların karşılıklı olarak borç altına girmesi

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ivazlı(karşılıklı) bir sözleşme olmasından dolayı taraflar karşılıklı olarak borç altına girmektedirler. İşbu sözleşmede bakım alacaklısı, bakım borçlusuna malvarlığı veya malvarlığı değerini devir borcu altına girerken bakım borçlusu ise bakım alacaklısına hayatı boyunca bakma, ihtiyaçlarını giderme borcu altına girmektedir.

Dolayısıyla gerçekte bağış amacıyla yapılan devirlerde ölünceye kadar bakma sözleşmesi söz konusu değildir.

·        Süre sınırlamasının olmaması

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde bakım borçlusunun sınırlı süre bakım alacaklısına bakacağı hükme bağlanamaz. Diğer bir deyişle bakım borçlusu bakım alacaklısına hayatı boyunca bakmakla yükümlüdür. Aksi halde ölünceye kadar bakma sözleşmesinden bahsedilemeyecektir.

·        Tarafların anlaşması

Son olarak sözleşmelerin özelliğinden kaynaklı olarak ölünceye kadar bakma sözleşmesinde de tarafların karşılıklı olarak anlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir. Diğer bir deyişle bakım borçlusunun bakım alacaklısının hayatı boyunca onun her türlü ihtiyacını gidererek ona bakacağı konusunda ve bakım alacaklısının da bir kısım malvarlığı veya malvarlığı değerini bakım borçlusuna devredeceği konusunda anlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir.

Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesinin Muvazaaya Dayalı Tapu İptali ve Tescil Talebi

Yargıtay kararları uyarınca mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmesinde de 01.04.1974 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında benimsenen ilkeler uygulama alanı bulacaktır.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde muvazaa iddiası üçe ayrılarak incelenmektedir:

Ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın eşi olması hali,

Ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın altsoyu olması hali

Ölünceye kadar bakma borçlusunun 3.kişi olması halidir.

Burada ölünceye kadar bakma borçlusunun miras bırakanın eşi olması durumunda miras bırakanın özel olarak bakıma muhtaç olması durumu aranmaktadır. Bunun sebebi ise Medeni Kanun uyarınca eşlerin halihazırda birbirlerine bakma yükümlülüklerinin olmasıdır. Bunun dışında diğer iki durum için böyle bir koşul aranmamaktadır. Ancak bakım borçlusunun altsoy olması durumunda da Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2013/9933 Esas sayılı kararında altsoy bakımından miras bırakanın olağanüstü bakım ve gözetime ihtiyacı olmadığından bunun ahlaki görev kapsamında olduğu ifade edilerek devrin muvazaalı olduğuna karar verilmiştir.[1]

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi bakımından devrin muvazaalı olup olmadığının belirlenmesinde:

Miras bırakanın yaşı, sağlık durumu, fiziki hali, aile ortamı, sahip olduğu malvarlığı değeri, tasarrufta bulunduğu malvarlığı değerinin sahip olduğu malvarlığı değerine oranı, devredilen malvarlığı değerinin ölünceye kadar bakma sözleşmesi bakımından makul sınırı aşıp aşmadığı gibi kriterler değerlendirilmektedir.

Yargıtay bir kararında ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile malvarlığının büyük bir bölümünün devredilmiş olmasının muvazaalı bir devir olduğuna karar vermiştir:

“Somut olaya gelince, miras bırakanların tüm mal varlığına yakın bölümünü teşkil edecek nitelikteki eldeki davaya konu 13 adet taşınmazını davalılara ölünceye kadar bakım akdiyle temlik ettikleri kayden sabittir.

Somut bu olgu, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanlar Tahir ve Selimiye’nin ölünceye kadar bakma aktini daha az miktarda taşınmaz devrederek sağlama imkanı varken çok fazla sayıda taşınmazları temlik etmekteki gerçek iradelerinin aslında bakım sözleşmesi yapmak değil, diğer kız çocuğu olan mirasçıdan temliki yaptığı erkek çocuğuna ve gelinine mal kaçırmak amaçlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca, davalılar üzerinde bulunan taşınmazlar bakımından iptal- tescil davasının kabulüne, tazminat isteğine konu edilen 109 ada 183 parsel ve 137 ada 71 parseller bakımından tazminat davasının kabulüne, yargılama sırasında üçüncü kişiye devredilen 109 ada 169 ve 170 parsel sayılı taşınmazlar bakımından 1086 sayılı HUMK’nun 186. maddesi ( 6100 sayılı HMK’nın 125.maddesi ) uyarınca davacıya seçimlik hakkının hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken reddi yönünde hüküm kurulmuş olması doğru değildir.”[2]

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı olarak muvazaa sebebiyle tapu iptal ve tescil davalarında görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi olup yetkili mahkeme ise HMK uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.

Zamanaşımı

Muvazaaya dayalı olarak açılacak tapu iptal ve tescil davaları ayni bir hakka dayandığından zamanaşımına tabi değildir.

Randevu almak ve danışmak için -dilerseniz kısaca konuyu açıklayarak- bize 7/24 mail adresimiz üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com


[1] Yargıtay 1. HD 2021/387 Esas, 2021/6220 Karar sayılı 01.11.2021 tarihli ilamı: “Somut olaya gelince; yukarıda açıklanan ilkeler ve özetlenen dosya kapsamından çekişme konusu taşınmazların mirasbırakanın tüm malvarlığını teşkil ettiği, tanık …’in beyanı incelendiğinde yapılan satış işleminden menfaat elde ettiğinin anlaşıldığı, dolayısıyla mirasçı tanık …’in beyanına itibar edilemeyeceği, her ne kadar davalının annesine baktığından bahsedilmiş ise de; davalı eşinin 29.01.2015 tarihinden itibaren bakım ücreti almaya başladığı, olağanüstü bir bakım ve gözetime ihtiyacı olmayan mirasbırakana bakılmasının ahlaki görev kapsamında bulunduğu, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardaki paylarını mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak devrettiği sonucuna varılmaktadır.”

[2] Yargıtay 1.HD 2013/9933 E., 2013/9763 K. sayılı ilamı

TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN KAYNAKLI ZARARLARDAN DEVLETİN TAZMİN SORUMLULUĞU (TMK M.1007)

Türk Medeni Kanunu m.1007: “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.” şeklindedir.

Devletin tapu sicilinden kaynaklı sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu sebeple tapu sicilinden kaynaklı ortaya çıkan zarar nedeniyle zarar gören hak sahibi, zararın giderilmesi veya karşılanmasını devletten talep etme hakkına sahiptir. Buna ilişkin davalarda görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Yetkili mahkeme ise tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesidir.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi .. Esas, … Karar sayılı 05.05.2015 tarihli ilamı: “721 sayılı TMK’nın sorumluluk kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” hükmü yer almakta olup, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan da TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur (HGK’nun 16.06.2010 gün ve 2010/4-349/318 sayılı kararı). Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu madde uyarınca düzenlenen sorumluluk, objektif (kusursuz) sorumluluk niteliğindedir. Bu tür sorumlulukta kusur şart olmayıp, sorumluluğu doğuran olayla zarar arasında sebep-sonuç ilişkisinin varlığı yeterlidir. Zararı doğuran olay ile zarar arasında uygun illiyet bağının kurulması halinde Devletin sorumluluğu doğacaktır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, 1954 yılında yapılan tapulama çalışmalarında 52.400 m² olarak tespit ve tescile tabi tutulan taşınmazın, sonradan başka bir parsele binmeli olması nedeniyle düzeltilmesi sırasında yüzölçümü ve sınırlarının değişmesi sonucu miktarının 13.701 m² azalması nedeniyle oluşan zararın, kadastro işlemlerinden kaynaklandığı ve TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğundan tazmininin gerektiği, taşınmazın arsa niteliğinde bulunduğundan, gerçek değerinin emsal incelemesi yapılarak belirlendiği anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA”

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, … Esas, 2015/.. Karar sayılı 05.10.2015 tarihli ilamı: “Burada Devlete yüklenen sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Maddede yer alan kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamdadır.
Bundan başka, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak, birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, kadastro kayıtlarından kaynaklanan hatalardan da TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devlet sorumludur. Zira, kesinleşen kadastro işlemi sonrasında, bu işlem esas alınarak tapu sicili oluşturulmaktadır. Bu itibarla, tapu sicili kavramı geniş anlamda kadastro işlemlerini de kapsamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davacılara ait parsellerin yüzölçümünün kadastro sırasında fazla miktarlı olarak tespit edilip, bu haliyle tapuya tescil edilmesi ve sonrasında bu hatalı işlemin düzetilmesi ile davacıların tapulu parsellerinin yüzölçümünün, parselleri satın aldıkları tarihe göre azaldığı anlaşılmaktadır. Şu hale göre, davacıların zararlarının oluştuğu ve bu zararlarının tazminini TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Devletten isteyebileceklerinin kabulü gerekir. Zira, az yukarıda da belirtildiği gibi tapu sicili kavramı geniş anlamda kadastro işlemlerini de kapsamaktadır.”
şeklindedir.

Anayasa Mahkemesi Kararları da işbu hatalardan kaynaklı zararın tazmin edilmesi gerektiği yönündedir.
Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru 2019/38336, Karar Tarihi: 01.02.2023: “Öncelikle somut olaydaki davanın kadastro idaresine karşı değil Hazineye karşı açıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca dava 3402 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca yapılan yenileme kadastrosuna itiraz mahiyetinde bir dava da değildir. Dahası başvurucunun yenileme kadastrosunun hukukiliğine yönelik bir itirazı da bulunmamaktadır. Başvurucu, taşınmazının yüz ölçümünün azaltılması sebebiyle 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi kapsamında tazminat talebinde bulunmuştur. 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi uyarınca tazminat davası açılabilmesi için yenileme kadastrosuna karşı iptal davası açılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Satın aldığı taşınmazın yüz ölçümü azaltılan kişi, yenileme kadastrosuna karşı dava açmadan da devletin tapu sicilini düzgün oluşturma sorumluluğunu ihlal ettiği iddiasıyla tazminat davası açabilir.”

Mülkiyet hakkı Anayasanın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan kanunlarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Kanun ile değişik Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1. maddesiyle de güvence altına alınmıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.11.2009 gün ve 2009/4 – 383 E., 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4 – 349 E. 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; Tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğününün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK’nın m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu, kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.

Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, ayın hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.

Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğunun kapsamı, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda oluşan hataları da kapsamaktadır. Bir başka değişle, kadastro işlemleri, tapu kütüğünün oluşumuna dayanak oluşturduğundan, bu işlemler nedeniyle tapu kütüğünde oluşacak yanlışlıklar nedeniyle doğacak zararlar da TMK’nın 1007. maddesi kapsamındadır. Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (ayni) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.

4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E., 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerledirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.

Yukarıda belirttiğimiz hususlarda görüleceği üzere tapu sicilinin tutulmasından doğmuş zararlardan devlet sorumludur. Zira yüz ölçümünün yanlış ölçülmesi de işbu davalarda konu edinebilir. Örneğin Ankara ili Akyurt İlçesi’nde 22/a uygulama çalışmaları yapılmış ve 05.04.2016 ile 19.04.2016 tarihleri arasında tespiti sonucu taşınmazların yüz ölçümü düşürülmüştür. İşbu sebeple taşınmaz sahipleri zarara uğramış olup tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklı Devletin sorumluluğuna gidilmesi gerekmektedir.

ANLAŞMALI BOŞANMA DAVASI VE ŞARTLARI

Matrimonial and family 2

ANLAŞMALI BOŞANMA ŞARTLARI NELERDİR?

Anlaşmalı boşanma davası şartları Türk Medeni Kanunu (TMK) m.166/3’de düzenlenmiştir: “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.”

Buna göre tarafların anlaşmalı olarak boşanma davası açabilmesi için:

  • Evlilik en az 1 yıl sürmüş olmalı,
  • Eşlerden birinin başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi gerekir. (Uygulamada genellikle taraflar aralarında anlaşarak protokol oluşturulur ve bir tarafın açtığı davada diğer eşin duruşmada tarafların anlaşmasına dayalı protokolü kabulü ile sonuçlanır.)
  • Her iki eşinde duruşmada hazır olması ve aynı anda mahkeme tarafından dinlenilmesi gerekmektedir.
  • Anlaşmalı boşanma protokolü mahkemece uygun bulunmalıdır, protokolde boşanmanın mali sonuçları ve müşterek çocukların durumunun düzenlenmiş olması gereklidir.

GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME NERESİDİR?

Boşanma davasında görevli mahkeme Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde Asliye Hukuk Mahkemesi Aile Mahkemesi sıfatıyla bakacaktır. Yetkili mahkeme ise TMK m.168: Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.” Denilerek kesin olmayan yetki kuralı getirilmiştir. Bu durumda eşlerden birinin yerleşim yerinde dava açılabilecektir.

ANLAŞMALI BOŞANMA DAVASI ÇEKİŞMELİ BOŞANMAYA ÇEVRİLEBİLİR Mİ?

Anlaşmalı boşanma davası açıldıktan sonra mahkeme yoğunluğuna göre 1-2 ay sonrasına duruşma günü verilir. Duruşmada hakim tarafları dinler ve taraf iradelerinin mahkemece onaylanmış protokol doğrultusunda olması halinde protokolü karar metnine ekler. Burada mahkeme tarafından gerekçeli kararın yazılması beklenir ve gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesi halinde 2 haftalık süre içerisinde karara itiraz edilebileceği yazılır.

Taraflar gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmesinden sonra kanun yoluna başvuru haklarından feragat ederek kararı daha kısa sürede kesinleştirebilirler. Ancak protokolle bağlı kalmak istemeyen taraf karara itiraz ederse anlaşmalı boşanma davası çekişmeli boşanma davasına dönüşür ve dilekçeler teatisi aşaması başlar.

Çekişmeli boşanma davası olarak açılan davalar bakımından ise sulh olmak her zaman mümkün olduğundan çekişmeli boşanma davasının anlaşmalı boşanma olarak sona erdirilmesinin de mümkün olduğu söylenebilir.

Protokol metninin eksiksiz olarak hazırlanması, daha sonra yaşanabilecek hak kayıplarının önlenmesi bakımından önem arz etmektedir. Randevu almak ve danışmak için dilerseniz kısaca konuyu açıklayarak bize 7/24 mail adresimiz üzerinden ulaşabilirsiniz. ucelhukukburosu.1@gmail.com

GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU (TCK m.155)

Güveni Kötüye Kullanma Suçu
Maddi Unsurları

Manevi Unsurları

Teşebbüs, İştirak ve İçtima Bakımından Değerlendirme

Etkin Pişmanlık

Muhakeme

1.    Güveni Kötüye Kullanma Suçu Nedir?

Güveni Kötüye kullanma suçu malvarlığına karşı işlenen suçlardan olup bu düzenleme ile korunana hukuki değer mülkiyet hakkı, zilyetlik ve kişilerin aralarında yaptıkları sözleşmeler sebebiyle duyulan güven ilişkisidir.

Güveni kötüye kullanma suçu TCK m.155’de düzenlenmiştir. Buna göre; “(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.60 (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”

2.    Maddi Unsurları

Güveni kötüye kullanma suçu bakımından fail, belirli bir maksatla lehine zilyetlik tesis edilen ve sözleşme ilişkisinin gereklerine aykırı davranarak işbu devir amacı dışında tasarrufta bulunan veya devir olgusunu inkar eden kişidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere ilgili suçun faili malın maliki de olabilmektedir. Bu sebeple de Paylı mülkiyet veya Elbirliği mülkiyet halinin mevcut olması durumunda da suçun faili olunabilmesi mümkündür.

Güveni kötüye kullanma suçu mağdur açısından ise herhangi bir özellik arz etmemektedir. Suçun mağduru herkes olabilir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi 2013-6693 Esas, 2014-21846 Karar sayılı ilamı: “Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması,malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Katılan şirketçe sanığa 14.03.2007 tarihinde iş makinesinin finansla kiralama yoluyla teslim edildiği, sanığın kira bedelini ödememesi üzerine katılan tarafından sanığa 06.08.2007 tarihinde kira bedelinin 60 gün içerisinde ödenmemesi halinde sözleşmenin feshedilmiş olduğunu ve bu sürenin bitiminden itibaren 3 gün içinde kiralanan malı teslim etmesi gerektiği yolunda ihtarname çekildiği ve bu ihtarnamenin sanığa 14/08/2014 tarihinde tebliği edildiği, akabinde 31.01.2008 tarihinde tedbir kararının infazı için sanığın işyerine gidildiğinde kiralanan iş makinesinin bulunamadığı tespit edildiği, bu şekilde sanığın 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu’nun 15, 17, 24 ve 25. maddeleri ile Finansal Kiralama Sözleşmesi’nin 42. maddesinde öngörülen kiraladığı malın iade zorunluluğunu yerine getirmeyerek müsnet suçu işlediği, sanığın tevilli ikrarı, finansal kiralama sözleşmesi ve tüm dosya kapsamından anlaşılmasına karşın sanık ile katılan arasındaki ilişkinin hukuki ihtilaf olduğu gerekçesi ile sanığın beraatine karar verilmesi”

3.    Manevi Unsurları

Güveni kötüye kullanma suçu yalnızca kastla işlenebilen bir suç olup olası kastla da işlenmesi mümkündür. Kast dışında subjektif başkaca bir saik aranmamaktadır.

4.    Teşebbüs, İştirak ve İçtima Bakımından Değerlendirme

Suç sırf hareket suçlarından olup zilyetliği devir amacı dışında tasarrufta bulunulması veya zilyetliği devir olgusunun inkar edilmesi ile tamamlanır.[1] Dolayısıyla güveni kötüye kullanma suçuna teşebbüs teorik olarak mümkündür.[2] Ancak uygulamada teşebbüsün varlığını tespit etmek oldukça zordur.

Güveni kötüye kullanma suçu iştirak bakımından bir farklılık içermemekte olup iştirakin her türlüsü mümkündür. İçtima bakımından ise;

Zimmet suçu ile güveni kötüye kullanma suçunun bir arada bulunması halinde; özel norm – genel norm ilişkisi söz konusu olacak ve fail yalnızca zimmet suçundan cezalandırılacaktır.

Güveni kötüye kullanma suçu birden fazla seçimlik hareketle işlenebilen bir suç olduğundan suçun birden fazla seçimlik hareketle işlenmesi halinde hukuki anlamda tek bir fiilden bahsedileceğinden fail tek güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılacaktır.

Failin ayrı hukuki ilişkiye dayalı birden fazla kişiye ait malları devir amacı dışında tasarrufta bulunarak tek fiille güveni kötüye kullanma suçu işlemesi halinde aynı neviden fikri içtima hükümleri uygulanacak ve failin cezasında zincirleme suça ilişkin artırım yapılacaktır.

Güveni kötüye kullanma suçu zilyetliği devir amacı dışında tasarrufta bulunulması veya zilyetliği devir olgusunun inkar edilmesi ile tamamlanacağından zilyet olunan malın 3.kişilere satılması güveni kötüye kullanma suçu veya mala zarar verme suçunu oluşturmayacaktır. Ancak malı satın alan 3.kişi malın suçun konusu olduğunu bilerek satın alırsa bu durumda TCK m.165 anlamında suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan cezalandırılacaktır.[3]

Güveni kötüye kullanma suçunun meydana geldiği durumlarda başkaca suçlar bakımından da araç suç- amaç suç ilişkisi kurulabilmektedir. Bu hallerde farklı neviden fikri içtima hükümleri uygulanarak failin her iki suçtan da cezalandırılması gerekmektedir. Buna örnek olarak failin mallar üzerinde dilediği tasarrufta bulunmak amacıyla resmi veya özel belge düzenlemesi gösterilebilir.

5.    Etkin Pişmanlık

Mala zarar verme suçu bakımından TCK m.168’de düzenlenen etkin pişmanlık hükümleri madde çerçevesinde güveni kötüye kullanma suçu bakımından da uygulanmaktadır. Buna göre : (1) Hırsızlık, mala zarar verme, güveni kötüye kullanma, dolandırıcılık, hileli iflâs, taksirli iflâs (…) suçları tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir.

(2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmezden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir.

(4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır.

Dolayısıyla failin, azmettirenin veya yardım edenin kovuşturma başlamadan önce mağdurun zararının tamamen gidermeleri halinde ceza 2/3 oranında indirilir. Kovuşturma başladıktan fakat hüküm verilmeden önce etkin pişmanlık olması halinde ise ceza yarı oranında indirilecektir. Ancak zararın kısmi tazmini halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için mağdurun rızası gereklidir.

6.    Muhakeme

Güveni kötüye kullanma suçunun temel hali şikayete tabi olup öğrenmeden itibaren 6 ay içerisinde şikayette bulunulması gerekmektedir. İlgili suç bakımından nitelikli hali ise resen araştırma ilkesi uygulanmakta ve şikayet aranmamaktadır.

Suçun temel şekli bakımından 6 aydan 2 yıla kadar hapis ve adli para cezası düzenlenmiştir. Nitelikli hali bakımından ise 1 yıldan 7 yıla kadar hapis ve 3000 güne kadar adli para cezası olarak düzenlenmiştir.


[1] KOCA,Mahmut; ÜZÜLMEZ,İlhan, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Baskı, 2019 Ankara, s.683.

[2] Yarg. 15.CD, 2011/18672 Esas, 2013/2594 Karar sayılı 13.02.2013 tarihli ilamı: “Somut olayda; sanığın, depo görevlisi olarak çalıştığı Triko Tekstil isimli iş yeri yetkilisinin bilgisi ve izni dışında 10.000 TL değerindeki kazak örgü ipini … ve … isimli şahıslara 1.550 Euro karşılığında sattığı, kamyona yüklenen ipliklerin fabrikadan çıkışı sırasında şirket idari işler müdürü tarafından yakalanarak el konulduğu şeklindeki eylemin hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçuna teşebbüs olduğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.”

[3] KOCA, ÜZÜLMEZ, s.685.

YABANCILARIN ÇALIŞMA İZNİ

Çalışma İzni Nedir?

Süreli Çalışma İzni

Süresiz Çalışma İzni

Bağımsız Çalışma İzni

İstisnai Çalışma İzni

Çalışma İzni Nedir?

Çalışma izni, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan ve ülke sınırları içerisinde çalışmak isteyen kişinin çalışabilmek için alması zorunlu belgedir. Çalışma izin belgesi ikamet yerine geçer. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu m.27(Çalışma izninin ikamet izni sayılması): “Geçerli çalışma izni ile 27/2/2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun 10 uncu maddesine istinaden verilen Çalışma İzni Muafiyet Teyit Belgesi, ikamet izni sayılır.” Ancak halihazırda ikamet izin belgesi kişiye çalışma hakkı vermeyeceği gibi bu belge çalışma izni yerine geçmeyecektir. Çalışma izni başta 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun olmak üzere 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu ve Uluslararası İşgücü Kanunu Uygulama Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Çalışma izni; süreli çalışma izni, süresiz çalışma izni, bağımsız çalışma izni, istisnai çalıma izni olarak ayrı ayrı incelenmelidir.

Süreli Çalışma İzni

Çalışma iznine başvurunun ardından başvurucuya verilecek çalışma izin süreleri 6735 sayılı Kanun ve ilgili Kanunun uygulanmasına ilişkin Yönetmelikte düzenlenmiştir.

6735 sayılı Kanun m.10/1: “Başvurunun olumlu değerlendirilmesi hâlinde yabancıya, iş veya hizmet sözleşmesinin süresini aşmamak koşuluyla, gerçek veya tüzel kişiye ya da kamu kurum veya kuruluşuna ait belirli bir işyerinde veya bunların aynı işkolundaki işyerlerinde belirli bir işte çalışmak şartıyla ilk başvuruda en çok bir yıl geçerli çalışma izni verilir.”

Yabancının çalışma iznine ilk başvurusunun ardından en çok 1 yıla kadar çalışma izni verilebilecektir. İşbu 1 yıllık çalışma süresinin ardından başvuru halinde bu süre 3 yıla kadar uzatılabilecektir.

m.10/2: “Bu Kanunun 7 nci maddesine göre yapılacak uzatma başvurusunun olumlu değerlendirilmesi hâlinde yabancıya aynı işverene bağlı olarak ilk uzatma başvurusunda en çok iki yıl, sonraki uzatma başvurularında ise en çok üç yıla kadar çalışma izni verilir.”

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus başvurunun aynı işveren nezdinde çalışmak için yapılmış olmasıdır. Akdi halde çalışma izni birinci fıkra kapsamında ilk başvuru gibi değerlendirilecektir. Zira madde devamında buna ilişkin düzenleme mevcuttur.

m.10/f.2c.2: “Ancak, farklı bir işveren yanında çalışmak üzere yapılan başvurular bu maddenin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilir.”

Süresiz Çalışma İzni

4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun m.6/1: “Türkiye’nin taraf olduğu ikili ya da çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe ve 11/4/2014 tarihinden önce süresiz çalışma izni verilmiş olan yabancıların hakları saklı kalmak kaydıyla; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca uzun dönem ikamet iznine sahip olanlar veya Türkiye’de kesintisiz en az sekiz yıl ikamet izni ile kalmış olan veya en az sekiz yıl kanuni çalışması olan yabancılar ile eğitim düzeyi, mesleki deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı, Türkiye’deki faaliyetinin veya yatırımının ülke ekonomisine ve istihdama etkisi önemli olan yabancılara süresiz çalışma izni verilebilir.”

Yukarıda yer alan Kanun’un ilgili maddesinde kimlerin süresiz çalışma izni alabilecekleri açıkça düzenlenmiştir. Buna göre;

1-Uzun dönem ikamet iznine sahip olanlar,

2-Türkiye’de kesintisiz en az sekiz yıl ikamet izni ile kalmış olanlar,

3-En az sekiz yıl kanuni çalışması olan yabancılar,

4-Eğitim düzeyi, mesleki deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı, Türkiye’deki faaliyetinin veya yatırımının ülke ekonomisine ve istihdama etkisi önemli olan yabancılar.

Bağımsız Çalışma İzni

Bağımsız çalışma izni: Yabancıya Türkiye’de kendi ad ve hesabına çalışma hakkı veren çalışma iznini ifade eder. Bağımsız çalışma iznine başvuru şartları Kanun’da düzenlenmiştir.

4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun m.7: “Bağımsız çalışacak yabancılara, Türkiye’de en az beş yıl kanuni ve kesintisiz olarak ikamet etmiş olmaları koşuluyla Bakanlıkça bağımsız çalışma izni verilebilir.”

Uluslararası İşgücü Kanunu Uygulama Yönetmeliği m.29:

“(1) Aşağıda sayılan yabancılara bağımsız çalışma izni verilebilir:

a) Genel Müdürlükçe belirlenecek profesyonel meslek mensupları.

b) Türkiye’de gerçekleştireceği faaliyetleri 48 inci maddenin birinci fıkrası kapsamında öngörülen süreleri aşacak şekilde hizmet sunumunda bulunacak bağımsız veya. yurt dışında kurulu bir işverene bağlı çalışan sınır ötesi hizmet sunucuları

c) 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş olan; limited şirketlerin şirket ortağı olan müdürü, anonim şirketlerin şirket ortağı olan yönetim kurulu üyesi, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin yönetici olan komandite ortağı olan yabancılar.

ç) 6102 sayılı Kanuna göre kurulmuş olan diğer şirketlerin şirket ortağı ve yöneticisi olan yabancılar.

İlgili maddenin devamında başvurunun değerlendirilmesinde dikkate alınacak olan usul ve esaslar düzenlenmiştir:

“(2) Birinci fıkranın (a) bendi kapsamındaki yabancılardan bağımsız çalışma izni olanlar mesleğiyle uyumlu olmayan işleri yapamazlar.

(3) Birinci fıkra kapsamında bağımsız çalışma izni verilen yabancılara, ilgili mevzuat hükümlerine uyulması ve sistem üzerinden başvuru yapılması kaydıyla birden fazla işyerinde çalışma hakkı verilebilir. Başvuruda yer alması gereken hususlar ve uygulama esasları Genel Müdürlükçe belirlenir.

(4) Birinci fıkra kapsamındaki yabancılardan çalışma izni başvurusunu tamamlayanlara herhangi bir harç ya da ücrete tabi olmayan bağımsız çalışma izni müracaat belgesi verilebilir.

(5) Bağımsız çalışma izni başvurularının uluslararası işgücü politikası doğrultusunda değerlendirilmesinde, yabancının; eğitim düzeyi, mesleki deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı, Türkiye’deki faaliyetinin veya yatırımının ülke ekonomisine ve istihdama etkisi, yabancı şirket ortağı ise sermaye payı ve diğer benzeri hususlar dikkate alınır.”

İstisnai Çalışma İzni

İstisnai çalışma izni 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu kapsamında bazı şartlara haiz olan yabancılara verilecek çalışma iznidir. İstisnai çalışma izni başvurusunda bulunabilecek yabancılar Uluslararası İşgücü Kanunu m.16’da düzenlenmiştir:

“(1) Bakanlıkça belirlenen uluslararası işgücü politikasına uygun olarak;

a) Eğitim düzeyi, ücreti, mesleki deneyimi, bilim ve teknolojiye katkısı ve benzeri özellikleri itibarıyla nitelikli işgücü olarak değerlendirilen,

b) Bilim ve teknolojiye katkısı, yatırım veya ihracat düzeyi, sağlayacağı istihdamın büyüklüğü ve benzeri özellikleri itibarıyla nitelikli yatırımcı olarak değerlendirilen,

c) Belirli bir süre için işvereni tarafından Türkiye’de gerçekleştirilen bir projede istihdam edilen,

ç) İçişleri Bakanlığı veya Dışişleri Bakanlığı tarafından Türk soylu olduğu bildirilen,

d) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı,

e) Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşı,

f) 6458 sayılı Kanun uyarınca uluslararası koruma başvurusu sahibi, şartlı mülteci, geçici koruma sağlanan veya vatansız ya da mağdur destek sürecinden yararlanan insan ticareti mağduru,

g) Bir Türk vatandaşı ile evli ve eşiyle Türkiye’de evlilik birliği içinde yaşayan,

ğ) Yabancı devletlerin ve uluslararası kuruluşların Türkiye’deki temsilciliklerinde diplomatik dokunulmazlığı olmadan çalışan,

h) Alanındaki başarısı ile uluslararası düzeyde temayüz etmiş olarak bilimsel, kültürel, sanatsal veya sportif amaçla Türkiye’ye gelen,

ı) Sınırötesi hizmet sunucusu, yabancılara bu Kanunun 7 nci, 9 uncu ve 10 uncu maddelerinin uygulanmasına ilişkin istisnalar tanınabilir.”

Çalışma iznine başvuru için öncelikle ilgili maddelerde belirtilen şartlar incelenerek yabancının hangi çalışma iznine başvurabileceği araştırılmalı ve ardından gerekli evraklar toplanarak Kanunlarda belirtilen usul doğrultusunda başvurular yapılmalıdır.

UYGULAMADA SONUÇLARI AÇISINDAN TİCARİ İŞ VE TÜKETİCİ KAVRAMLARI

ÖZET:

Öncelikle ticari iş ve tüketici kavramlarının açıklamasını yaparak makaleme başlayacağım. Ticari işler Türk Ticaret Kanununda düzenlenmiş olup genel düzenlemeler yapılmıştır. Hangilerinin adi iş hangilerinin ticari iş olduğuna Türk ticaret kanununda düzenlenenleri ticari iş borçlar kanununda düzenlenenleri adi iş saymaktayız. O halde genel hükümlere göre ticari işler ticaret mahkemesince görülür ancak hem adi iş hem ticari iş farketmeksizin olan işlerde tarafın tüketici olması durumunda özel hükümlere yani Tüketici Korunması Hakkındaki Kanuna göre tüketici mahkemelerinde görülür.Peki tarafın tüketici olduğunu ve bir işin ticari iş olduğunu nasıl anlayacağız? Bu makalemin amacı ticari işi tanımlayıp nelerin ticari iş olduğunu ve tarafın tüketici olması durumun da hangi mahkemede görüleceğini açıklayacağım.Son olarak uygulamada bunlar nasıl kullanılıyor sonuçlarıyla birlikte açıklayıp Yargıtay kararı örnekleri göstereceğim.

GİRİŞ:

Ticari iş / olağan iş ayrılmasının temel önemi, TMK. ve TBK. genel hükümlere tabidir ve ticari işler ticari hükümlere tabidir (TTK. 1). Ancak, olağan veya ticari işlemin bir tarafı tüketici ise ve TKHK’da özel bir düzenleme varsa, TKHK özel bir hüküm olarak. Uygulanmalı. Gerçekten de, bazı açılardan, bu üç yasanın en az ikisinde farklı yönlerde düzenlemeler olabilir. Bu nedenle, somut dava öncelikle kanunun geçerli olduğu tespit edilmelidir. Uygulanacak hükümlerin seçimi için, öncelikle işin niteliği belirlenmelidir.

Bu çalışmada, ticari işletme, olağan işletme ve tüketici işlemlerinin kavram ve kriterleri açıklanacak ve bu üçlü ayrımın önemine ilişkin bazı sonuçlar üzerinde durulacaktır. TTK. ve TBK. bunlar önceki genel yasalardır, TKHK. Ancak, bu iki yasaya göre, daha sonra başta TKHK olmak üzere özel bir yasa olarak kabul edilmiştir.[1] hükümleri (TKHK.2; 3/1, 1 ve 83/1).

Bu nedenle, özelden genele doğru bir sıralamanın ardından, tüketici işlemi kavramı ve unsurları tanıtıldıktan sonra, ticari işletme ve olağan işletme kavramlarından bahsedilecek ve daha sonra bu üçlü ayrımla ilgili sonuçlar hakkında bazı örnekler verilecektir.

1. TÜKETİCİ KAVRAMI

Ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya gerçek veya tüzel kişiler adına veya onun adına hareket eden kamu tüzel kişileri, tüketiciler, eserler, ulaştırma aracılığı, sigorta, vekaletname, bankacılık ve benzeri sözleşmeler dahil tüketici, iş veya hizmet pazarları her türlü sözleşme ve yasal işlemdir. [2](TKHK. 3/1-l)

Sözleşmenin bir tarafı, belirli bir fiyattan mal veya hizmet sunan bir tüketicidir. Bu bağlamda, tüketici sözleşmeleri her iki tarafa tam (karşılıklı) borç veren işlemlerdir.

Bu anlamda sözleşmenin niteliği ve türünün bir önemi yoktur. Taraflardan birinin tüketici, diğerinin satıcı veya sağlayıcı olduğu sözleşmeler tüketici işlemi olarak kabul edilir (TKHK. 3 / 1-1). Maddenin gerekçesine göre, “tüketici işlemi; Çalışma, nakliye, aracılık, sigorta, vekaletname, bankacılık ve benzeri sözleşmeler dahil tüm sözleşmeler ve yasal işlemlerle ilgilidir ”. Bu nedenle, yasanın amacının uygulamadaki yorumları önlemek ve tüketici sözleşmelerinin kapsamını daraltmak olduğu anlaşılmaktadır.[3]

Eski TKHK. Yüksek Mahkeme, nakliye sözleşmesi, sigorta sözleşmesi ve hayat sigortası sözleşmesi boyunca mutlak ticari dava olduğundan, iş sözleşmesi , TKHK’da özel olarak düzenlenmiştir.[4] Bu uygulama, bu sözleşmelere taraflardan biri tüketici ise, tüketici işlemi olarak değerlendirileceği gerekçesiyle doktrinde eleştirilmiştir.

6502 sayılı Kanun’un TKHK da, tüketici işlerimlerin sınırlayıcı değildir, ilgili maddesi gereği tüketici işlem sayılması gerekir.[5] TKHK. 83/2’de, “Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez.”denilmektedir.

Tüketici işlemi olması için şartları vardır.İlki; karşılığı mal veya hizmet edinme kullanma veya yararlanma olan bir sözleşme olmalıdır. İkincisi ; sözleşmenin taraflarından biri tüketici olmalıdır.Diğeri; tüketicinin ticari ve mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi gerekir.Bu şartların varlığı halinde tüketici işlemi olur.

6502 Sayılı Kanunun 3/1-k maddesine göre tüketici, “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi” ifade eder. TTK.’nın 864/5. maddesinde de, tüketici, “sözleşmeyi ticari veya meslekî faaliyeti ile ilgili olmayan bir amaçla yapan bir gerçek ya da tüzel kişi” olarak tanımlanmıştır.[6] TKHK, bir tacir veya tacir olmayan gerçek bir kişinin özel ve ticari faaliyetlerini ve diğer faaliyetleri yürütmek için gerçekleştirilen tüketim faaliyetlerini ayırt eder. Her iki grubun ticari veya profesyonel amaçlarla ve bazen de bunun dışında bir amaç için hareket etmesi mümkündür. Bu durumda, gerçek bir tacirin bir faaliyette tüketici olarak görülmesi ve diğer faaliyette ve TKHK’da dikkate alınmaması mümkündür.

BATTAL, gerçek kişiler için, ticari işletme, tüketimin amacı, ekonomik faaliyet ile ilişkinin bir ölçüsü olsa bile, rutin bir işlem durumunda, işletmenin iş alanı olarak kullanılmalıdır. tüketicinin korunması. Bu durumda, tüccar bu işlemle ilgili olarak tüccarın tüketici olarak görülmesi gerektiğini belirtir. Uygulamada yazar, gerçek kişi tüccarların mal veya hizmet satın alması durumunda hem tüketici mahkemelerinin hem de Yargıtay’ın bu yasal işlemin tüccarın işi ile ilgili olup olmadığıyla ilgilenmediğini; ayrıca araştırma yapmadığını ve TKHK’yı uyguladıklarını ifade ettiler.[7]

Gerçek kişi tacirler tarafından gerçekleştirilen işlemlerde, ticaret karinesini göz ardı ederek bir sonuç çıkarmak eleştirilebilir.[8] Gerçek kişi tacirlerin işlemleri kural olarak ticari bir iş olarak düşünülmelidir, ancak tacir  diğer tarafa yapılan işlem sırasında ticari işletme ile ilgili değildir veya işletmenin ticari kabulü için uygun değildir, işletme adı dikkate alınmalıdır (TTK.19). Yargıtay ve Tüketici Mahkemeleri, işlemi doğrudan TKHK’ya tabi tutmak için TTK .19 ile uyumlu değildir.

TTK. 19 / 1’e göre, bir tacirin borçlarının ticari olması bir kuraldır[9]. Bu kural, tüzel kişi yatırımcıların aksine tüzel kişilik yatırımcıları için mutlak olarak yazıldığından, bir ticaret şirketinin tüm işlemleri ticari kabul edilecek[10] ve bu şirket tüketicinin korunmasından yararlanamayacaktır ; yasaya karşı özel bir hüküm olmadığı sürece[11].

2.TİCARİ İŞ

Ticari iş Türk Ticaret Kanunun 3. Ve 19. Maddelerinde düzenlenmiştir. Bir işin ticari olması düzenlenmiştir.İlk olarak TTK da düzenlenen işler 3. Maddede düzenlenmiştir.Ticaret kanununda düzenlenen işler ticari iş sayılmıştır ancak bir tarafın tüketici olması durumunda TKHK uygunlaması gerekir özel hüküm olduğu için.Diğer bir husus ticari işletmeyi ilgilediren işler de ticari iş sayılmaktadır.Tacirlerin de yaptıkları işler ticari iş sayılmaktadır ancak tüzel kişilerin yaptıkları işler istisnasız ticari iş sayılırken gerçek kişi tacirlerinin yaptığı işler ticari işletmeyi ilgilendiriyorsa ticari iştir. Örneğin bir tacirin evlenmesi veya evine televizyon alması ticari iş sayılmaz. Buna ticari iş karinesi denir.

Yargıtayın kararında[12], tacir gerçek bir insan olsa bile, özel kullanımı için bir araba satın alırsa bir tüketici olacağına karar verdi. Böylece, gerçek kişi tacir  bir tüketici olarak kabul edilir ve bu nedenle TKHK özel koruma yararlanır., Ticari hükümlerin uygulama kapsamı daraltılır.Son olarak TTk 19-2’ye göre taraflarıdan biri için ticari olan sözleşme diğeri içinde öyledir.

3. TİCARİ İŞ VE TÜKETİCİ KAVRAMI

Öncelikleri yukarıda açıkladığım iki kavramın uygulama açısından ticaret kanunu hükümlerine mi yoksa tüketici kanuna göre mi hareket edeceğimizi açıklayacağım. Türk ticaret kanunu, borçlar kanunu ve tüketici korunması hakkındaki kanun özel kanunlar olup düzelenmeler yapılmıştır ancak TKHK daha öcelikli tuttulmuştur ve özel bir düzenleme olduğunda tüketici kanununa bakmamız gerekir.Uygulamada tüketici kanunun tüketicileri korumak adına çıkartıldığı ve ticari iş bile olsa tarafın tüketici olması durumunda ticaret kanunun karşısında özel kanun olarak uygulanacaktır.

Görevli mahkeme açısından ; TKHK. 73/1 uyarınca,tüketici işleri tüketici mahkemesinde açılır.Aynı şekilde ticari davalar ticaret mahkemesinde görülür.[13] Ancak ticari iş olan ve taraflardan birinin tüketici olması durumunda ticaret mahkemesinde değil tüketici mahkemesinde görülür. (TKHK. 68 vd., 73, 83/2). [14]Müşteri tarafından tüketici olarak yapılan haksız rekabet durumunda, örneğin tüketicinin agresif reklam ve dava sağlığını tehdit eden mal veya hizmetlere dava açıldığı durumlarda TTK’da haksız rekabet düzenlenmesine rağmen dava tüketici mahkemesinde görülür TKHK’nın  62. maddesi gereği. Aynı şekilde,tacirin  haksız rekabeti nedeniyle tüketiciye açılan dava tüketici mahkemesine çıkarılmalıdır.

SONUÇ

Son olarak ; tüketici işemi ve ticari iş birlikta olsa dahi tüketici işlemi daha önemli olduğundan tüketicinin hem korunması açısından hem de güçsüz tarafı korumak adına tüketici işlemi sayılıp tüketici mahkemesinde açılır.Özetle ilk olarak: Tüketici tanımında ticari veya profesyonel olmayan amaç unsurları vardır ve ticari veya profesyonel amaçlar için satıcının veya tedarikçinin mesleki amaçlarla  hareket etmesi gibi unsurları vardır. Bir kişi tüketici ise, bu kişi tarafından yapılan sözleşmeleri tüketici sözleşmesi olarak saymak ve aksi iddiada bulunan diğer tarafa ispat yükünü yüklemek gerekir.Başka bir husus, TKHK diğer kanunlardan daha özel bir kanun olup ilk bu kanunun  yoksa ticaret kanunun yoksa borçlar kanunu hükümlerine bakılması gerekir. Aynı zamanda tüketici işlemlerine de tabi olabilir ve bir tüketici tarafından dava edilebilir. Bu durumda, tüketici hakem heyetlerine danışılmalı veya dava, değerine göre tüketici mahkemesine çıkarılmalıdır.


[1] Aslan, İ. Yılmaz (2013), Tüketici Hukuku Dersleri, 5. Baskı, Bursa, Ekin ,s.75

[2] Yıldırım, Abdülkerim(2018), Mesafeli Sözleşmelerde Tüketicinin Korunması,Ankara,7. Baskı,Seçkin ,s.46

[3] AKSOY, Sami (2015) 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Taşıma Hukukuna Müdahalesi, BATİDER. 5.Baskı, S. 2, s. 303 .

[4] KARA, İlhan (2015) Tüketici Hukuku, 7.Baskı , Ankara, Yetkin , s.56

[5] Bahtiyar,Mehmet;Biçer, Levent,(2015)’ “ADİ İŞ / TİCARİ İŞ / TÜKETİCİ İŞLEMİ AYRIMI ve BU AYRIMIN ÖNEMİ”,Dergipark,< https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/333513> s.e.t 30.12.2019

[6]ZEVKLİLER, Aydın / AYDOĞDU, Murat(2004) Tüketicinin Korunması Hukuku,3. Baskı, Ankara ,Seçkin, s.65

[7]
Battal, Ahmet,(1998) Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Yönünden Tacirlerin Tüketici Sıfatı, Prof. Dr. Ali Bozer’e Armağan,Ankara, BTHAE Yayını, s. 313-332.

[8] BATTAL, Tacirlerin Tüketici Sıfatı, s. 321.

[9] Yargıtay 19.Hukuk Dairesi, E. 1782, K. 5240,T:05.07.2011

[10] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, E. 2014/17865, K. 2014/41513 , T:24.12.2014

[11] Yargıtay 11 . Hukuk Dairesi, E. 2014/1257, K. 2014/8458 /1249, T:05.05.2014

[12] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, E. 11-117, K. 169, T:19.03.2003

[13] Arkan,Sabih (2019) Ticari İşletme Hukuku,25. Baskı, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları,s.107

[14] BAHTİYAR, Mehmet (2019)Ticari İşletme Hukuku ,20. Baskı,Beta Basım Yayım , s.102

DANIŞTAY SINIR DIŞI ETME KARARLARI

“İçtihat Metni”
Esas No : 2016/2078 Karar No : 2021/4589
İSTEMİN_KONUSU : Rusya uyruklu davacının, izinsiz çalıştığından bahisle 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 54. maddesi, 1. fıkrası, (ğ) bendi uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin 13/07/2015 tarihli işlem ile ikamet izninin iptaline ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, … İdare Mahkemesince, dosya içeriğinde yer alan bilgi ve belgelerden, davacının izinsiz çalıştığı hususunun somut olarak tespit edildiği görüldüğünden, sınır dışı işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu kapsamda sınırdışı işlemine bağlı olarak ikamet izninin iptali yolunda tesis edilen işlemde de hukuka aykırılık olmadığı gerekçeleriyle, sınır dışı etme işlemi yönünden kesin olarak davanın reddi, ikamet izninin iptaline ilişkin işlem yönünden ise temyiz yolu açık olmak üzere davanın reddi yolunda verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararın, davacı tarafından temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacı vekili tarafından, sınır dışı etme işlemi yönünden kesin olarak karar verilmesinin hukuk mantığı ile bağdaşmadığı, müvekkilinin ev hanımı olduğu ve çalışmadığı, dava dışı … Yapı Emlak Turizm Pazarlama Ltd.Şti isimli şirket ile hiçbir bağının olmadığı, somut delil olmadan idari işlem tesis edilmesinin yasaya aykırı olduğu belirtilerek, temyize konu kararın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, izinsiz olarak çalıştığı tespit edilen davacı hakkında 6458 sayılı Kanun uyarınca sınır dışı etme kararı alındığı, sınır dışı etme kararının bir sonucu olarak da davacı hakkında tanzim edilen ikamet izninin iptal edildiği belirtilerek dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı, bu sebeple temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : İdare Mahkemesi kararının, davacının ikamet izninin iptaline ilişkin işlem yönünden davanın reddi yolundaki kısmının onanması, sınırdışı işlemleri hakkında verilen kararlara karşı kesin hüküm nedeniyle temyiz yolu kapalı olduğundan, sınırdışı işlemine ilişkin olarak davanın reddi yolundaki kısmı yönünden temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
Temyize konu kararın sınırdışı etme işlemine yönelik davanın reddine ilişkin kısmının incelenmesi:
Dava konusu işlemlerin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan haliyle 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun “Sınır dışı etme kararı” başlıklı 53. maddesi, 3. fıkrasında, yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı tarafından, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurulabileceği, mahkemeye başvuran kişinin, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildireceği, mahkemeye yapılan başvuruların on beş gün içinde sonuçlandırılacağı, Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu kararın kesin olduğu hüküm altına alınmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacının Antalya Valiliği’nin … tarihli işlemi ile … sayılı Kanun’un 54. maddesi, 1. fıkrası, (ğ) bendi uyarınca sınır dışı edilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, idare mahkemesince, davacının sınır dışı edilmesine ilişkin kısım yönünden davanın reddi yolunda verilen kararın yukarıda belirtilen mevzuat uyarınca kesin olması nedeniyle kararın bu kısmının temyizen incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır.
Temyize konu kararın ikamet izninin iptali işlemine yönelik davanın reddine ilişkin kısmının incelenmesi:
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Dosyanın incelenmesinden, Rusya uyruklu olan ve 12/12/2013 tarihinde Türk vatandaşı ile evlenen davacıya bu evliliği dolayısıyla aile ikamet izni verildiği, daha sonra yapılan tespit sonucunda, izinsiz çalıştığından bahisle Antalya Valiliği’nin 13/07/2015 tarihli işlemiyle 6458 sayılı Kanun’un 54. maddesi, 1. fıkrası, (ğ) bendi uyarınca davacının sınır dışı edilmesine karar verildiği, bu işlemin ardından aynı Kanun’un 36. maddesi, 1. fıkrası, (c) bendi uyarınca davacının ikamet izninin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun “Aile ikamet izni talebinin reddi, iptali veya uzatılmaması” başlıklı 36. maddesi, 1. fıkrası, (c) bendinde, hakkında geçerli sınır dışı etme veya Türkiye’ye giriş yasağı kararı bulunması halinin aile ikamet izninin iptali sebepleri arasında sayıldığı görülmektedir.
Uyuşmazlıkta; hakkında tesis edilen sınır dışı etme işlemi uyarınca davacının aile ikamet izninin iptal edildiği, sınır dışı etme işleminin iptali istemiyle açılan davada ise temyize konu karar ile kesin olarak davanın reddine karar verildiği, dolayısıyla Mahkeme kararının bu kısmının temyizen incelenme olanağı bulunmadığından anılan kısmın kesinleştiği dikkate alındığında; kesinleşen sınır dışı etme işlemine dayanılarak ikamet izninin iptali yolunda tesis edilen işlemde 6458 sayılı Kanun 36/1-(c) bendine aykırlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
Davacının temyiz isteminin;
1. … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı temyize konu kararının davacının sınırdışı edilmesi işlemi açısından davanın reddine yönelik kısmına ilişkin olarak oy birliğiyle REDDİNE,
2. … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı temyize konu kararının, davacının ikamet izninin iptali işlemi açısından davanın reddine ilişkin kısmının ise oy çokluğuyla yukarıda belirtilen açıklama ile ONANMASINA,
3. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesi, 1. fıkrası uyarınca onamaya ilişkin kısım yönünden tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (on beş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, temyiz isteminin reddine ilişkin kısım yönünden ise kesin olarak, 06/10/2021 tarihinde karar verildi.