ÖZET
Tutuklama, şüpheli veya sanığın özgürlüğünden yoksun bırakılmasını içerdiğinden önemli bir müessesedir. Kişinin özgürlüğünü kısıtlayan tutuklamanın uygulanabilmesi için bazı sınırlamalar getirilmiştir. İş bu makalede tutuklamaya ilişkin getirilen sınırlamalar ve Türk Hukukundaki uygulamalar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Tutuklama, AİHM tutukluluk ilkeleri, Uygulama problemleri
ABSTRACT
Detention is an important institution as it involves the deprivation of liberty of the suspect or the accused. Some restrictions have been imposed in order to apply the detention restricting the freedom of the individual. In this article, the restrictions on detention and the applications in Turkish Law will be examined within the framework of the European Court of Human Rights (ECtHR) decisions.
Keywords: Arrest, ECtHR detention principles, Implementation problems
GİRİŞ
Türk ceza hukukunun asıl işlevi cezalandırmak değildir, genel önleme ve özel önleme fonksiyonu vardır. Genel önleme fonksiyonu, suç tipinde yazılı suçu işlemiş faillerin cezalandırılması sebebiyle toplumun genelinin suç işlemesini önleme amacını, özel önleme fonksiyonu ise Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yazılı bu suçu işleyen failin cezalandırılmasıyla failin tekrar suç işlemesini önleme amacını ifade eder. Ceza muhakemelerinin amacı ise maddi gerçeğin ortaya çıkarmaktır. Masumiyet karinesi gereği kanunda yazılı tipik fiilin işlendiğinin sabit olabilmesi için bir yargılamanın yapılması ve suçunun sabit olması gerekir. Failin tüm bu süreç tamamlanana kadar kaçmasını önlemek amacıyla ceza muhakemeleri hukukunda yakalama, gözaltına alma, tutuklama ve adli kontrol tedbirleri düzenlenmiştir. Tutuklama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma sonucunu doğurduğundan bu kontrol sistemleri içerisinde en ağır olanıdır.[1] Ceza Muhakemelerinin amacını gerçekleştirmede bir araçtır. Tutuklama kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna dair somut delillerin bulunduğu hallerde hâkim kararı ile şüpheli/sanığın tutukevine konulmasıdır.[2] Tutuklamanın tanımından da anlaşılacağı üzere kişiyi hürriyetinden alıkoyan ağır bir tedbir olması hasebiyle gerek ulusal gerek uluslararası alanda sıkı koşullara bağlanmıştır. Bu makalede ilk olarak Türk Hukukunda tutuklamaya ilişkin düzenlemelerden daha sonra ise AİHM tutukluluk ilkeleri ve AİHM kararları çerçevesinde Türk Hukukundaki tutukluluk ihlallerinden bahsedilerek sonuçta görüşlerimizi belirterek çözüm önerilerinde bulunulacaktır.[3]
1. TUTUKLAMANIN ŞARTLARI
Tutuklamanın ağırlığı dikkate alındığında belirli şartlara tabi olduğunu belirtmiştik. Hukukumuzda tutuklamanın keyfiliğini önlemek amacıyla da maddi ve şekli şartlar getirilmiştir.
i. Maddi Şartları
İlk şart tutuklanacak kişinin hazır bulunmasıdır. Eski Ceza Usulü Muhakemeleri Kanunu (CUMK) zamanında gıyabi tutuklama düzenlemesinden vazgeçilerek, tutuklamanın yapılabilmesi için sanığın/şüphelinin hazır bulunması düzenlemesi getirilmiştir.[4] Bu halde tutuklanacak kişi hâkim önüne çıkarılacak ve sorgusu yapıldıktan sonra diğer şartlar da değerlendirildiğinde hâkim kararı ile tutuklanabilecektir, kişinin yokluğunda tutuklama kararı verilebilmesi mümkün olmayacaktır. Buna paralel olarak Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) m.98’de yakalama müessesesi düzenlenmiştir, yokluğunda tutuklama kararı verilemeyeceğinden kişi için yakalama kararı verilebilecektir. Hakkında yakalama kararı bulunan kişinin yirmi dört saat içerisinde hâkim karşısına çıkarılarak sorgusunun yapılması gerekmektedir.[5] Türkiye aleyhine sonuçlanan kararlar da bu durumdan ayrıca bahsedilecektir.
Bir diğer maddi şart kuvvetli suç şüphesinin -somut delillere dayalı olarak- bulunmasıdır. CMK m.100/1 ve Anayasa (AY) m.19/3’te kişinin tutuklanabilmesi için kuvvetli suç şüphesinin somut delillerle mevcut olması gerekliliği düzenlenmiştir. Kuvvetli suç şüphesinden ne anlaşılması gerektiği konusunda kanunlarda herhangi bir düzenleme bulunmamakla beraber doktrinle şekillendirilmiştir. Kuvvetli şüphe her bir somut olay dikkate alınarak değerlendirilmelidir.[6] Kuvvetli şüphenin bulunması, şüpheli/sanığın suçu işlediğinin neredeyse sabit olduğu kanaatinin oluşmasını ifade etmektedir. Somutlaştırmak gerekirse, şüphelinin elinde silahla cesedin yanında olması onun kasten öldürme suçunu işlediğine dair kesine yakın bir kanaatin oluştuğu anlamına gelmeyecektir. Şüphelinin, öldürülen kişi ile aralarındaki ilişki, tanık beyanları, kamera görüntüleri gibi bazı somut delillerin de bulunmasıyla şüphelinin suçu işlediğine dair kesine yakın bir kanaat oluşacağından bahsedilebilir. Uygulamada bu bahsedilen şartın tam tersine hareket edilerek, öncelikle şüphelinin tutuklanması ve ardından delillerin toplanarak soruşturmanın yürütülmesi ile karşılaşılmaktadır.[7]
Maddi şartlardan bir diğeri ise ölçülülük ilkesidir. Tutuklamanın özgürlüğü bağlayıcı bir koruma tedbiri olduğu gözetildiğinde, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasında gözetilen ölçülülük ilkesinin mevcudiyeti elzemdir. CMK m.100/1: “İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.” Bu düzenleme açıkça işlenen suç, verilecek cezanın ağırlığına göre başkaca bir koruma tedbirinin uygulanamadığı hallerde tutuklama kararının verilebileceğini içerir. Emredici bir hüküm olmasına rağmen ölçülülük kavramının muhtevası gereğince bunu değerlendirecek olan yine mahkeme veya hakimdir. Bu bakımdan uygulamada kişiden kişiye değerlendirmenin farklı olduğu ve ölçülülük ilkesine büyük ölçüde riayet edilmediği gözlemlenmektedir.[8]
Son olarak CMK m.100’de ifade edildiği üzere tüm bunların değerlendirilebilmesi ve tutuklama kararı verilebilmesi için tutuklama nedenlerinden birinin varlığı gerekmektedir.[9] AY m.19/4’te “kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilir.” denilerek tutuklama nedenleri düzenlenmiştir. ‘Kanunda gösterilen diğer haller’ ise CMK m. 100/2-3’te düzenlenmiştir. Kanunda sayılı bu sebepler sınırlı sayıdadır ve yorum yoluyla genişletilemez.[10] CMK’da düzenlenen bu sebeplerin ayrıntıları konumuzu oluşturmadığından detaylarına girilmeyecektir.
ii. Şekli Şartları
Tutuklama tedbirinin maddi gerçeğe ulaşılmasında bir araç olarak kullanıldığından bahsetmiştik. Bu anlamda şüpheli/sanık hakkında yargılama sonucunda ortaya çıkabilecek sonucunun uygulanması gibi hususlarda dikkate alındığında, tutuklama kararının verilebilmesi için ilk olarak bir soruşturma veya kovuşturmanın mevcut olması gerekmektedir. Ve hatta ceza yargılamasının yapılabilmesinin şarta bağlandığı hallerde tutuklama yapılabilmesi için ayrıca şartın da gerçekleşmiş olması aranır, aksi halde yargılama olmayacağından tutuklama da olmayacaktır.[11] Öyleyse şekli anlamda ilk şart bir soruşturma veya kovuşturmanın varlığıdır.
Diğer şekli şart ise doğal olarak bir tutuklama kararının bulunmasıdır. Daha önce bahsetmiş olduğumuz şekilde şartların mevcut olması halinde hâkim veya mahkeme tarafından tutuklama kararının verilir. Bu anayasal bir zorunluluktur ve hakkında yetkili makamlar tarafından tutuklama kararı verilmemiş bir kişinin tutuklanması mümkün değildir. Tutuklama kararı soruşturma evresinde Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine suçun işlendiği veya şüphelinin yakalandığı yer sulh ceza hâkimi tarafından[12], kovuşturma evresinde ise herhangi bir talebe gerek olmaksızın mahkeme tarafından verilir.
Şüpheli veya sanığın tutuklanması halinde yakınlarından birine haber verilmesini isteme, müdafi hakkı, tutukluluk boyunca giyinme, beslenme, radyo ve televizyondan yaralanma gibi bazı haklarını da mevcuttur. Tutuklamanın yapılabilmesi bakımından şartlarından bahsedildiğinden, tutuklunun sahip olduğu haklar AİHM tarafından verilen kararlar çerçevesinde değerlendirilecektir.
2. AİHM TUTUKLULUK İLKELERİ
İlk olarak tutuklamanın iç hukuk düzenlemelerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uygun olması gerekir. Kişi özgürlüğüne bir müdahale sonucu ortaya çıkacağından bu müdahalenin ölçülülük ilkesi çerçevesinde yapılması ve son çare olarak uygulanması gerekmektedir. Tutukluluğun hukuka aykırı olmaması için ayrıca tutukluluk süresinin de makul bir süre olması ve yargılamanın da bu anlamda makul sürede bitirilmesi gerekmektedir. Yine AİHS m.3 ve m.5 çerçevesinde, tutukluluk süresi boyunca kişiye beslenme, giyinme, sağlık, müdafi ile görüşme, aile ile görüşme, bilgi alma gibi bazı haklarında sağlanmış olması gerekmektedir. Ayrıca kişi özgürlüğünü bağlayıcı bu koruma tedbirinin ancak mahkeme veya hâkim kararı ile verilmesi, bu kararın verilmesinin makul bir gerekçesinin bulunması (şartlarından bahsetmiştik) gereklidir. Maalesef çoğunlukla uygulamadaki sıkıntılar sebebiyle AİHM, Türkiye aleyhine tutukluluğa ilişkin fazla sayıda karar vermiştir.
3. AİHM TUTUKLULUK İLE İLİŞKİLİ TÜRKİYE KARARLARI
Makalenin asıl amacı AİHM kararları çerçevesinde Türk Hukukundaki tutukluluk uygulamalarının incelenmesidir. Bu inceleme kararlar özelinde yapılacaktır.
i. Sakık ve Diğerleri/Türkiye[13]
Dava mahkemece farklı boyutlarla incelenmiştir. Davanın önemi AİHS m.5’de sağlanan güvencelerin olağanüstü hâl (OHAL) sebebiyle askıya alınması hali ve terör suçu sanıklarının gözaltı sürelerinin uzunluğu incelenmiştir. İlk olarak, Halkın Demokrasi Partisi üyelerinden eski milletvekillerinin TBMM tarafından dokunulmazlıklarının kaldırılarak Devlet Güvenlik Mahkemesince mahkûm edilmişlerdir. Tutuklamanın gerekliliklerinden olan gecikmeden hâkim önüne çıkarma yükümlülüğünün AİHS m. 5 kapsamında ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. İki sanık on gün, diğer sanıklar ise on dört gün boyunca hâkim önüne çıkarmadan gözaltında kalmışlardır. Türkiye OHAL kapsamında AİHS m.5’deki hakların askıya alındığı iddiasını ileri sürmüştür. AİHM bu konuda askıya alma halinin istisna olması sebebiyle dar yorum yapılması gerektiğini ifade ederek, olağanüstü halin güneydoğu bölgesinde olması sebebiyle Ankara’da gözaltına alınan sanıklar hakkında genişletilerek uygulanamayacağına karar vermiştir.
Gözaltı süreleri bakımından, terör suçlarının kovuşturulması bakımından bazı güçler olduğundan sıradan suçlara istinaden daha uzun gözaltı sürelerinin uygulanabileceğini ifade etmekle beraber bu davada terör suçu olmasına rağmen on ve on dört günlük gözaltı sürelerinin haddinden fazla olduğuna karar vermiştir. Ayrıca AİHM, bu kararında AİHS m.5/4’e dayalı olarak tutuklama kararına karşı etkili başvuru yollarının bulunmasını ve sanığın da bu yolları bilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. AİHM, Türkiye aleyhine haksız tutuklamalar sebebiyle düzenlenen tazminat davasının işlevselliğinin ulunmadığını ifade etmiştir.
Sonuç olarak, AİHM, OHAL kapsamında 5.maddenin coğrafi kısıtlamalar sebebiyle askıda bırakılmadığına değindikten sonra hiçbir haklı gerekçesi olmamasına rağmen sanıkların hâkim önüne çıkarılmadan uzun bir süre gözaltında tutulmasının AİHS m.5’in ihlali olduğuna karar verdi.
ii. Dikme/Türkiye[14]
Olayda Dikme, Emniyet Müdürlüğünce devrimci sol adlı örgüt adına faaliyetler gerçekleştirdiği şüphesi ile gözaltına alınmıştır. Gözaltı süresi tam on altı gün sürmüştür. Ayrıca ilk gözaltına alındığında doktor muayenesinde bazı yaralanmalar tespit edilmiş, gözaltı süresinin bitiminde ise vücudunda ezikler, kırıklar gibi durumlar ortaya çıkmıştır ve Dikmen AİHS m.5’in ihlali sebebiyle dava açmıştır.
AİHM’in yaklaşımı gözaltı süresine bakış açısından önemlidir. AİHM, gözaltı süresinin kısa olmasının, sanığın/şüphelinin en kısa sürede hâkim karşısına çıkarılmasının, AİHS m.3 kapsamında da kişiyi kötü muameleden kurtaracağına karar vermiştir. Bu sebeple uzun gözaltı süresinin kişiyi kötü muamele riskiyle karşı karşıya bıraktığını ve baskı altında itiraf sonucunu doğuracağını vurgulamıştır. Tüm bunlara dayalı olarak mahkeme 3. Ve 5.maddelerin ihlal edildiğine karar vermiştir.
iii. Aksoy/Türkiye[15]
Mahkemece inceleme konusu yapılan husus yine gözaltı süresine gözaltında bulunan şüphelinin haklarına ilişkindir. Aksoy OHAL kapsamında bulunan bölgede PKK’ya üye olmak, yardım ve yataklık etmek çerçevesinde gözaltına alınmıştır. Türkiye’nin iddiası yine AİHS m.15 kapsamında AİHS m.5’te yer alan yükümlülüklerin askıda kaldığına yöneliktir. Mahkeme burada AİHS m.3 ve m.5’i birlikte değerlendirerek sanığın on dört gün boyunca hakim önüne çıkartılmamasının işkence ve pek kötü bir muamele riski altında olmasına yol açacağına ve terör suçu sebebiyle bile olsa bu sürenin makul bir süre olmadığına karar vermiştir. Ayrıca Mahkeme, Türkiye’de gözaltı süresi boyunca sanığa sağlanması gereken hakların sağlanamadığına doktor yardımı, müdafi gibi haklardan yoksun bırakıldığından ilgili makamların insafına terkedildiğine dikkat çekmiştir.
Burada OHAL kapsamında alınan bu tedbirlerin zorunluluk arz edip etmediği her somut olay bağlamında incelenmiştir. AİHM Aksoy davasında AİHS m.3 ve m.5’in ihlal edildiğine karar vermiştir.
iv. Demir ve Diğerleri/Türkiye[16]
Bu davada da OHAL kapsamında olan bir bölgede terör eylemleri sebebiyle gözaltına alınan şüpheliler en az on altı gün boyunca hâkim karşısına çıkarılmadan bekletilmişlerdir. AİHM, terör eylemleri bile olsa gözaltı süresinin bu denli uzun olamayacağına dikkat çekmiştir. Yine AİHS m.3 ve m.5’in ihlal edildiğine karar vermiştir.
v. Çakıcı/Türkiye[17]
Çakıcı kararı, AİHM tarafından sözleşmenin 2.maddesinde düzenlenen yaşam hakkı bakımından da inceleme konusu yapılması yönüyle önemli bir karardır.
Davayı AİHM’e Ahmet Çakıcı’nın kardeşi taşımıştır. Ahmet Çakıcı, jandarma tarafından düzenlenen operasyonlar sonucundan bulunduğu köyden götürülmüştür. Daha sonra Diyarbakır Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alınmıştır ve bu gözaltı süresi boyunca kendisine işkence edilmiştir. 85 gün boyunca gözaltında kalmış olup daha sonra başka bir ilçeye gönderilmiştir. Bütün bu olayların tanıkları mevcut olmakla birlikte Türkiye tarafından Çakıcının bir çatışma sonucunda öldüğü ve hiçbir zaman gözaltına alınmadığı iddia edilmiştir.
AİHM, tanık beyanlarını, jandarma tarafından tutulan kayıtları vs. inceleyerek gözaltı süresi içerisinde sanığın ortadan kaybolmasının yaşam hakkına korunmadığına işaret ettiğini belirtmiştir, Çakıcı’nın cesedinin ortaya çıkması ve gözaltına alındığının sabit olması nedeniyle de gözaltında öldüğüne karar verilmiş ve AİHS m.2’nin ihlaline karar vermiştir. Mahkeme tutukluluk ve gözaltı kayıtlarının dikkatle tutulması gerektiği ve kişilerin bu süreçteki haklarına riayet edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ahmet Çakıcının gözaltı süresi boyunca doktora, müdafiye ulaşmasının engellenmesi ve uzun gözaltı süreci boyunca işkenceye maruz kalması hasebiyle de AİHS m.3 ve m.5’in ihlal edildiğine karar vermiştir.
vi. Yağcı ve Sargın/Türkiye[18]
Olay yine gözaltı süresinin uzunluğuna ilişkindir. AİHM, daha öncekilere ek olarak tutukluluk süresinin uzatılması için makul şüphenin (CMK’ya göre kuvvetli şüphenin) bulunmasının yeterli olmadığına karar vermiştir. Bu sebeple tutuklamaya ilişkin makul şüphe dışında başkaca gerekçeler ileri sürülmediği takdirde tutuklamanın son bulması gerektiğine karar vermiştir.
vii. Altın/Türkiye[19]
Olay sanığın tutukluluğunun uzatılmasına ilişkindir. Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından birden fazla kez tutukluluk süresi uzatılmıştır. AİHM burada tutukluluk kararının gerekçeli olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Verilecek olan kararın tek başına iç hukuk yollarına uygun olmasının tutukluluğun uzatılması için yeterli olmadığına, bu sebeple de kanunların ve aynı ifadelerin tekrar tekrar tutukluluk süresinin uzatılmasında kullanılmasının geçerli bir gerekçe olmadığına, sonuç olarak sözleşmenin 5/3. Maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
viii. Kurt/Türkiye[20]
AİHM’in gözaltına alınan sanıkların kaybolmasına ilişkin Türkiye aleyhine verdiği kararlardan biridir. Olayda Kurt’un bulunduğu köyden askerler tarafından gözaltına alındığı iddia edilmiş ve daha sonrasında yetkili makamlara yapılan başvurularda gözaltına alındığına dair herhangi bir kayıt olmadığı bildirilmiştir. Sanığın cesedine de ulaşılmaması üzerine AİHM sözleşmenin 5.maddesi kapsamında kişi özgürlüğünün ve güvenliğinin tehlikeye düşürülmesine dair bir değerlendirme yapmıştır.
AİHM gözaltına alınan kişinin güvenliğinin yetkililer tarafından sağlanması gerektiğini söyleyerek AİHS m.5’in ihlal edildiğine karar vermiştir. Ancak bu davada Kurt’un gözaltına alındığına ilişkin yeterli bir bilginin olmaması sebebiyle bu yönde karar verilmemesi gerektiğini düşünenler karşı oy kullanmışlardır. Kanaatimce de güvenlik güçleri tarafından kişinin gözaltına alındığının sabit olmadığı hallerde devlet aleyhine ihlale karar vermek doğru olmayacaktır.
DEĞERLENDİRME
Türkiye aleyhine verilen kararların belli noktalarda toplamak mümkündür. Daha önce belirttiğimiz gibi ilk problem prosedürün ters işlemesidir. Tutuklama kararının verilmesinden önce kuvvetli şüphenin somut delillerle desteklenmesi zorunlu iken; uygulama da tutuklama kararı verildikten sonra somut deliller elde edilmeye çalışılmaktadır. Bu durumda da haksız tutuklamalar meydana gelecektir. Yukarıda incelenen kararların sayılarını artırmak mümkündür. Özellikle gözaltı süresinin uzunluğu bakımından AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği kararlar çok fazladır. Bu sebeple de ülkemizdeki uygulama da gerekçesiz tutuklamalar, makamların keyfiliği ön planda kalmaktadır.[21] Uygulamada ki sorunlardan bir diğerini ise tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararlar oluşturur. Yukarıda mahkemenin Altın kararında belirttiği gibi tutukluluğun devamına ilişkin verilen kararın mutlaka kanunlardan öte bir gerekçesi olmak zorundadır. Daha doğru bir ifadeyse yalnızca iç hukuka uygun olması tutukluluğun devamı için yeterli sayılamaz[22], ayrıca tutukluluğun devam etmesinin zorunlu kılan gerekçeler ortaya koyulmalıdır[23], kaldı ki bu gerekçe de Türkiye uygulamasının bir problemi olarak ‘kaçma şüphesi’ olarak ifade edilir ki bu da tek başına yeterli bir gerekçe değildir. Uygulamadaki en büyük sorunlardan biri ve hatta AİHM tarafından verilen ihlallerin de çoğunluğu denilebilecek sorun tutukluluk süresince şüpheli veya sanığın haklarıdır. Medyaya yansıyan ve ulusal mahkemelere konu olan olaylardan anlaşılıyor ki AİHM, Türkiye aleyhine ilerleyen dönemlerde de bu konuya ilişkin ihlal kararları verecektir.
Genel olarak uygulamadaki sorunlar; gerekçesiz, haksız tutuklamalar, tutuklunun haklarına riayet etmeme, gözaltı sürelerinin uzunluğu, bu sürenini uzunluğuna bağlı olarak kötü muamele riski altında kalma veya bu muameleye maruz kalma, gözaltına alınan sanığın veya tutuklunun güvenliğinin sağlanamaması şeklinde ifade edilebilecektir.
Mahkeme kararlarından edindiğim izlenimleri değerlendirdiğimde, Türkiye uzun yıllardır terörle mücadele eden bir ülkedir. Buna bağlı olarak da terörle mücadele kapsamında uygulamaları zaman zaman mevzuatı aşar şekilde işlemektedir. Bu ihlallerin sebebinin Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında yaşamış oldukları, tecrübeleri olduğu kanaatindeyim. Aksi halde kanuni düzenlemeler AİHS ve AİHM kararlarında belirtilen ilkelerden daha katıdır. Örneklemek gerekirse AİHM tutuklama kararının verilebilmesi için makul şüphenin varlığını yeterli görürken, CMK’da makul şüphe yeterli olmayıp, kuvvetli suç şüphesinin varlığı aranmaktadır. Ayrıca haksız tutuklamalara ilişkin olarak da CMK’da tazminat düzenlemesi yer almaktadır. Tutuklunun haklarına ilişkin olarak zorunlu müdafilik gibi hallerde düzenlenmiştir. Ancak bu bahsedilen hususların AİHM’e konu olmasının ve AİHM’in ihlal kararı vermesinin sebebi uygulamada bunlara riayet edilmiyor olmasıdır. Bu konuda benim şahsi kanaatim ilgili makamların denetimlerinin artırılması ve daha etkin denetim mekanizmalarının oluşturulmasıdır.
[1] ÖĞÜTÇÜ, Özlem (2019), Cezai ve Hukuki Boyutlarıyla Tutuklama, 1. Baskı, Ankara, s.17.
[2] ÖZBEK, Veli Özer/DOĞAN, Koray/BACAKSIZ, Pınar/TEPE, İlker (2018), Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Baskı, Ankara, s.271.
[3] Makalenin asıl amacı AİHM tarafından tutuklamaya ilişkin olarak Türkiye kararlarını incelemektir.
[4] İNCİ, Z. Özen (2017), Bir Koruma Tedbiri Olarak Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda Tutuklama, 4. Baskı, Ankara, s.72.
[5] SÜRÜCÜ, A. Sinan (2010), İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında ve Türkiye’de Tutuklama, 1. Baskı, Ankara, s.164.
[6] CANOĞLU, Veysel Candan (2017), Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Davaları, 1. Baskı, Ankara, s.58.
[7] İNCİ, s.80.
[8] İNCİ, s.82.
[9] CENTEL, Nur, ‘İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları Işığında Tutuklama Hukukuna Eleştirel Yaklaşım’(2011), MÜHF-HAD, C.17, S.1, 48-92, s.50. <http://dspace.marmara.edu.tr/bitstream/handle/11424/2048/5000001560-5000000539-PB.pdf?sequence=1&isAllowed=y> s.e.t. 01.01.2021.
[10] ALDEMİR, Hüsnü (2020), Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama ve Adli Kontrol, 4. Baskı, Ankara, s.163.
[11] İNCİ, s.129.
[12] ALDEMİR, s.176.
[13] Sakık ve Diğerleri v. Türkiye, 23878/94, 26.11.1997.
[14] Dikme v. Türkiye, 20869/92, 11.07.2000.
[15] Aksoy v. Türkiye, 21987/93, 18.12.1996.
[16] Demir v. Diğerleri v. Türkiye, 34491/97, 23.09.1998.
[17] Çakıcı v. Türkiye, 23657/94, 08.07.1999.
[18] Yağcı ve Sargın v. Türkiye, 16419/90, 08.06.19995.
[19] Altın v. Türkiye, 73038/01, 24.05.2005.
[20] Kurt v. Türkiye, 24276/94, 25.05.1998.
[21] İÇTEN, Muhammet Polat, ‘Tutuklama ve Türkiye’deki Tutuklama Kararlarının Gerekçesizliği Sorunu’ (2019), C.3, S.5, s.22, <https://dergipark.org.tr/en/pub/duamydad/issue/49376/630810> s.e.t. 03.01.2021.
[22] ŞEN, Ersan/ÖZDEMİR, Bilgehan (2012), Tutuklama, 3. Baskı, Ankara, s.104.
[23] CENTEL, Nur, ‘Tutuklama Uygulamasında Sorunlar’ (2013), İÜHFM C.71, S.1 193-206, s.195, <https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/97762> s.e.t.03.01.2021.